Per, 09/19/2024 - 17:43 tarihinde iulas@hayatade… tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

Kuşaklararası Bir Travma Olarak Çocuk Yaşta Erken ve/veya Zorla Evlilikler

Yazar: Psk. İlayda Ulaş

“Bütün insanlar hür doğdularsa, o zaman nasıl oluyor da bütün kadınlar esir olarak doğdular?” - Mary Astell

Kadının birey olarak var olma mücadelesi, insanlık tarihinin en eski hak arayışlarından biridir. Kendi hayatına dair karar alabilme özgürlüğü, bugün dahi kadınlar ve kız çocukları için en büyük sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kız çocuklarının çocuk yaşta ve zorla evlendirildiğine hâlâ tanık oluyoruz. Ancak bu yazıda zorla evlendirilmenin etkilerinden ya da istatistiklerden bahsetmeyeceğim. Sayılarla meseleyi anlamaya çalıştığımızda, özünden uzaklaşıyor ve o rakamların ardında kaybolan hayatlara odaklanamıyoruz. Bu yazıda bunun yerine, alternatif gerçeklikleri keşfedeceğiz.

Bugüne dek kuşaklararası travma genellikle savaş, kıtlık ve zorunlu göç gibi travmatik olayların gelecek nesillere aktarımı bağlamında ele alındı. Çocuk yaşta erken ve zorla evlendirilmenin de bu bağlamda değerlendirilebileceği alternatif bir gerçekliğe odaklanabiliriz. Çocuk yaşta zorla evlendirilen çocukların sayısını ise hiçbir zaman tam olarak bilemiyoruz. Resmi rakamlara baktığımızda, 2022 yılında evlenen kız çocuklarının (18 yaş altı) sayısı yaklaşık 15.000 olarak bildirildiğini görüyoruz. Bu sayı, yalnızca resmi nikâhı olan evlilikleri içeriyor; kayıt dışı ya da dini nikâh gibi yasal olmayan evlilikler dahil değil. Uzmanlar, özellikle deprem, ekonomik zorluklar veya kriz dönemlerinde, çocuk yaşta evlilik riskinin arttığını belirtiyorlar. Dolayısıyla, gerçek rakamların daha yüksek olduğunu tahmin edebiliriz. 

Buna ek olarak, söz konusu evlilikler neticesinde doğacak çocuklar ve onların da etkilenme durumlarını düşündüğümüzde önümüzde etki alanı geniş ve kuşaklara yayılan bir problemle karşılaşıyoruz.

Uzmanlar, travmatik olayları hayatın olağan akışının aniden kırılması olarak tanımlar. Bu kırılma, sizin ya da sevdiklerinizin hayatının tehlikede olduğu durumları da içerir. Evlilik gibi bir kurumun ve travma kavramının aynı bağlamda kullanılması bazıları için rahatsız edici olabilir. Ancak bir sabah uyandığınızda hayatınızın bir daha eskisi gibi olmayacağını, sizi düzenli olarak istismar edecek biriyle aynı çatı altında yaşamaya zorlanacağınızı hayal edin. Hayallerinizin, özgürlüğünüzün, üretme ve yaşama isteğinizin elinizden alındığı bu senaryoyu travma olarak nitelendirmemenin bir yolu var mı? Üstelik bu travmanın anneniz, anneanneniz ve ailenizdeki diğer kadınlar tarafından da yaşandığını düşünün. Bu durumda, kuşaklararası travma evlilik yoluyla nesilden nesile aktarılmaya başlar. Alternatiflerin mümkün olduğunu görmek, gerçekliğinizi değiştirmek için ilk adımı atmanızı sağlayabilir.


Kuşaklararası travma bağlamında, travmanın nesiller arasında aktarılmasının farklı yolları olabileceğini görüyoruz. Bu aktarım, çoğunlukla davranışsal ve sosyal öğrenme yoluyla gerçekleşir. Bir nesil, maruz kaldığı travmatik olaylardan edindiği tepkileri ve korkuları, farkında olmadan çocuklarına aktarabilir. Örneğin, çocuk yaşta zorla evlendirilen bir kadın, kendi çocuklarını yetiştirirken bu deneyimlerden kaynaklanan kaygı, güven eksikliği veya travmatik tepkileri onlara bilinçsizce aktarabilir. Çocuklar, ailelerinde gözlemledikleri bu davranışları öğrenir ve kendi yaşamlarında tekrarlarlar. Böylece, travma yalnızca bir bireyin deneyimi olmaktan çıkar ve toplumsal yapının bir parçası hâline gelir. Travma, bireyin başına gelmiş olsa da, sonraki nesiller üzerinde kalıcı izler bırakabilir.

Öte yandan, travmanın epigenetik yolla nesiller arasında aktarılması da mümkündür. Epigenetik araştırmalar, travmatik deneyimlerin bireylerin DNA’larında kalıcı değişikliklere neden olabileceğini ve bu değişimlerin sonraki nesillere aktarılabileceğini öne sürmektedir. Özellikle stres hormonları ve bunların düzenlenmesinde meydana gelen değişiklikler, travmatik deneyimlerin genetik kod üzerinde bıraktığı etkiler arasında yer alır. Bu bağlamda, travma sadece bir psikolojik etki yaratmaz; aynı zamanda biyolojik bir miras olarak da geleceğe taşınır. Çocuk yaşta zorla evlendirilen her bir birey, yaşadığı stresli ve travmatik süreci, hem sosyal hem de biyolojik yollarla kendi çocuklarına aktarabilir. Bu çocuklar, depresyon, anksiyete ve diğer akıl ve ruh sağlığı problemlerine daha yatkın olabilirler. Travmanın sadece bir nesil değil, birden fazla nesil boyunca devam eden etkileri bu şekilde ortaya çıkar.

Öte yandan, sadece biraz ötede yaşayan yaşıtlarınız için bambaşka bir gerçeklik mümkündür. Bu alternatifte, kadınlar var olabilmek, insan yerine konabilmek için evlenmek zorunda değiller. Hayatlarını kimseye bağımlı olmadan sürdürebildikleri bir dünyada yaşıyorlar. İstedikleri okullara gidiyor, istedikleri meslekleri seçiyorlar. Evlilik onlar için bir zorunluluk değil, bir tercih. Bu gerçeklikte, hayallerin peşinden gitmek ve birey olarak var olmak için hiçbir engel yok.

Bizim gerçekliğimizde ise, kız çocukları henüz kendi hayatlarını bile tanımadan başkalarının himayesine verilmek zorunda bırakılıyor. Bireyin özgür iradesinin elinden alınması, ona dayatılan rollerin dışına çıkmasının engellenmesi, onu yalnızca bir nesneye, bir araca indirgiyor. Bu çocuklar ailelerinin ve toplumun dayattığı bir hayata mahkûm edilirken, başka bir gerçeklikte yaşıtları kendi seçimlerini yapma özgürlüğüne sahip.

Dünyayı değiştirmek için önce bu alternatiflerin farkına varmak gerekiyor. Sorgulamak, değiştirmek için atılacak ilk adımdır. Kendi kaderini belirleme hakkının yalnızca bir coğrafyaya ya da topluma özgü olmadığını bilmek ve bunun evrensel bir hak olduğunu hatırlamak gerekir.