Çocuk Yaşta Erken ve/veya Zorla Evlilikler ve Toplumsal Paradoks: Çocukluk Göz Ardı Edilirken
Yazar: Yusuf Günay
Çocuk yaşta, erken ve/veya zorla evlilikler ülkemizde yıllar geçtikçe farkındalığın arttığı, sivil toplum örgütlerince sahiplenilmiş ve üzerine birçok çalışmanın yapıldığı önemli bir toplumsal problemdir. Bu sorunla ilgili yapılan çalışmaların hepsi kıymetli ve umut vericidir. Her yapıcı çalışmanın bu problemin çözümünde önemli bir adım olduğunun altı çizilmelidir. Bu yazımda, bu toplumsal probleme çocukluk algısı penceresinden bakmaya çalışarak alanda yapılan ve yapılacak çalışmalara saha gözünden bir perspektif sunmaya çalışacağım.
Bir problemi çözmenin en önemli yolu, problemi doğru tanımlayabilmektir. Bu yüzden çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik problemine, toplumun yaklaşımını düzenleyebilmek için ailenin, kültürün ve toplumun ne olduğuna ve toplumun kendi üyelerinden ne istediğine bakmak gerekmektedir.
Toplum, insan ömründen daha uzun yaşama kararlığına sahip kendi kendini devam ettiren bir insan topluluğu olarak nitelendirilebilir(Kongar, 1985, s. 46). Toplum ya da başka bir ifade ile sosyal yapı belli fonksiyonlara sahip bir sisteme dayanmaktadır. Bu sistem, alt sistemleriyle beraber bir denge kurarak toplumda bir uyum sağlamayı hedeflemektedir. Bu uyum içerisinde toplumsallaşmanın kökenini ise kültür ile oluşturulmaktadır (Timur, 1972: 5-6; Kızılçelik, 1992: 94-106; aktaran Kır, 2011, s. 383). Bireyin yaşamında karşılaştığı ilk sosyal çevre ise ailedir. Aile sistemi kendi ferd’ine inanç, değer, örf, adet, gelenek, ahlak gibi kavramları aktararak toplumun kültürel değerlerini muhafaza eder ve toplum kurallarının gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayarak toplum ömrünü uzatır. Sosyalleşmenin ilk adımının atıldığı aile kurumunda büyüyen birey, tutum ve davranışları ile bu durumu topluma yansıtır (Zencirkıran, 2011, s. 399). Kültürün oluşmasında ve devam etmesinde ailenin; ailenin oluşmasında ve devam etmesinde de gençlerin önemi büyüktür. Kısaca özetleyecek olursak; gençlerin bir aile oluşturması, aile kurumunu, aile kurumu oluşturulan kültürün korunmasını ve sürdürülmesini, ve dolayısıyla, toplumun kendini tazelemesini ve devam etmesini sağlamaktadır.
Sistem aile kurmayanları, üremeyenleri bir tehdit olarak algılayabilmektedir. Çünkü toplum, sosyal gelişimin her aşamasında olan aile sistemine, kendi değeri, yapılanma şekli ve temel fonksiyonları ile kendine özgü bir yaşam biçimiyle birlikte onlara bazı görevler atfetmektedir. Soyu devam ettirme, üreme, var olan biyolojik ihtiyacı yasal bir şekilde giderme gibi. Bu yaşam biçiminde ebeveyn olma, çocuk olma rolleri, ekonomik gereksinimlerin karşılanması, çocukların yetiştirilmesi, çiftlerin birbirlerine karşı sorumlulukları ve çocukların ebeveynlerine ilişkin sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukların birçoğu, yazılı olmayan yasalarla, kurallarla belirlenmiştir.
Peki ne oluyor da bazı toplumlar ya da bazı kültürel yapılar çocuk yaşta; erken ve zorla evlilik gibi hem fiziksel sağlık hem de ruh sağlığı açısından zararlı olduğu bilinen bir durumu kendi ömrünü, kendi devamlılığını sağlamak adına mümkün kılıyor? Hatta şöyle soralım; ne oluyor da kendi belirlediği ebeveyn olma, çocuk olma, çocukların sağlıklı yetiştirilmesi gibi temel kuralları ve bir yandan uluslararası olarak tanınan hakları toplumlar ihlal edebiliyor? Bu sorular aslında problemin çok farklı pencerelerden bakılması gereken girift bir durum olduğunu da gözler önüne seriyor.
Dilerseniz bu durumu kültürel buzdağı kavramı ile açıklayalım ve çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik problemine farklı bir pencereden bakalım. Kültürel buzdağı, 1976 yılında Edward T. Hall tarafından ortaya konmuş bir kavramdır. Bu kavramda buzdağının görünen ve görünmeyen kısımlarına dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Kültürel buzdağının görünen kısmında beş duyu organımızla algılayabildiklerimiz yer alır. Yemeklerimiz, sanat eserlerimiz, müziklerimiz, konuşma biçimimiz, oyunlarımız, adetlerimiz, davranışlarımız… Bunlar, kolayca görebildiğimiz kısımlardır. Bu kültürel buzdağının altında ise yaklaşımlarımız, tutumlarımız, kavramlarımız, iletişim stillerimiz, kurallarımız ve toplam olarak temel değerlerimiz, algılarımız, varsayımlarımızla birlikte dine, flört durumlarına, evlilik, çocuk yetiştirme, karar verme, problem çözme gibi kavramlara olan yaklaşımlarımız yer alır. Hall buzdağının görünen kısmı %10 ise, görünmeyen kısmının yaklaşık %90’nı olduğunu belirtmiştir. Buzdağının görünmeyen kısmı bireyin ve ailenin davranışlarını, aldığı kararları önemli derecede etkilemektedir. Bu etkileme gücü bize iyi gelebilirken bazen de yaşamımızda büyük engellere, travmalara neden olabilmektedir.
Toplum buzdağının görünen veya görünmeyen kısımlarında var olan yaklaşımlarına göre çocukluktan başlayarak bireye bir görev, sorumluluk atfetmekte ve ona sınırlar çizmektedir. Fakat ben bu sorumlulukların, görevlerin ve sınırların söylem ve davranış olarak toplumun birçoğunda ihmal edildiğini, karıştırıldığını görmekteyim. Bu durumlarda, kardeş bakımı, ev işleri, ekonomik katkılar gibi görevler, çocukların omuzlarına erken yaşta bir sorumluluk bir görev gibi yüklenir. Bu durum, çocukların gelişim süreçlerini olumsuz etkilerken, toplumsal bir paradoksu da ortaya çıkarır. Çocuklar, yetişkin sorumluluklarını üstlendiklerinde övülürken, yetişkinlere özel hakları talep ettiğinde “sen çocuksun” denilerek karşı çıkılır. Ülkemizde çocuk yaşta, erken ve zorla evliliğe yönelik yapılan çalışmaların oldukça sevindirici ve umut verici olduğu görülse de, çocuk yaşta evliliklere gösterdiğimiz dikkat ve önemi çocukluğu elinden alınan yanlış toplumsal, kültürel norm ve kurallara karşı verebiliyor muyuz? Çocukluk dönemi yetişkin olmaya zorladığımız ve yetişkin sorumluluklarını aldığında övdüğümüz çocukları, yetişkin haklarını talep etmeleri durumunda dememiz toplum içinde büyük bir paradoks için yeterli değil midir?
Bu çelişki, çocukların hem fiziksel hem de psikolojik gelişimlerine zarar vermekte. Çünkü her iki durum da bireyin, dolayısıyla toplumun gelişimine benzer oranlarda zarar vermektedir. Bu yüzden toplum olarak kültürel buzdağımızı iyi tanımak ve anlamlandırmak gerekmektedir. Örneğin toplumun evlilik ve çocuk yetiştirme konusundaki yaklaşımları, aslında kültürel bir buzdağının altındaki dinamiklerle şekillenir. Toplum içinde de, çocuk yaşta erken ve zorla evliliklere karşı çıkmanın doğru bir tutum olduğu çoğunlukla destek bulacaktır. Ancak, çocukların erken yaşta yetişkin sorumlulukları almasına, çalıştırılmasına, yetişkinmiş gibi davranmasının desteklenmesine benzer oranda karşı çıkılmayacaktır. Bu durum, toplumsal normlar ve değerler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Evlilik konusundaki tutumlarımızı ve çocuklara yüklediğimiz rollerin arasındaki çelişkiyi görmek, çocuk hakları perpektifinden tüm haklara erişimin önemli olduğunu konuşmak, bu sorunun çözümüne dair önemli bir adım olacaktır.
Çocuk yaşta erken ve zorla evliliklere maruz kalan çocuklar bir süre sonra bireyselleşmek, var olan kimliğini sürdürmek için en iyi bildiği, öğrenmek zorunda kaldığı şeyi yani ebeveyn olmayı tercih edebilmektedir. Bu durum her ne kadar o dönemdeki çocuk için ilgi çekici görünse de sorumlulukların ve toplumsal beklentilerinin artması ya da psiko-sosyal gelişimin zarar gördüğünü fark etmesi durumunda sosyal, ekonomik ve psikolojik anlamda büyük bir zorluklarla karşı karşıya kalabilmektedir. Bu açıdan çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik ile mücadele etmek için toplumda var olan kavramları yeniden çerçevelemek gerekmektedir. Evde kardeşinin bakım sorumluluğunu alan bir çocuk için ‘‘ne kadar iyi bir çocuk annesine her zaman yardım ediyor’’ diyerek takdir edilen bir çocuğu düşünelim. Yardım almak ile annesinin sorumluluğunu almak arasındaki farkı nasıl ayırabilir? Ya da çocuk yaşta meslek öğrenmek, beceri kazanmak yerine ailenin geçimini sağlamak ya da abisinin, ablasının evlenmesine destek olmak için çalışmak zorunda kalan bir çocuğu düşünelim. Erken yaşta çalıştığı için toplum tarafından ‘çalışkan çocuk’ diyerek onaylanan bir çocuk için ne oluyor da iş evlilik boyutuna gelince “Hayır evlenemezsin çünkü sen hala çocuksun.” deniyor? Burada çocuğa olan bakış açımızda bir çelişki olduğunun farkında değil miyiz?
Çocuk yaşta, ebeveynlerinin sorumluluklarını alan, babasının eşi, annesinin kocası, kardeşlerinin anne ya da babası ya da evin geçimini sağlayan ebeveynlerden biri olan çocuklar, çocukluk çağından mahrum kalarak çocuk yaşta yetişkinlik dönemine girmeye zorlanmaktadır. Gelişim dönemlerinin bazı becerilerini, sorumluluklarını erken yaşta yerine getirmesi bireyin o gelişim dönemine geçtiği anlamına gelmediğinin altı çizilmelidir. Bu bireyler tam tersine kendi döneminde kazanmaları gereken becerileri kaçırmaktadır. Böyle durumlarda pekiştirmelerden kaçınılmalı ve bireyin haklarını, olması gereken gelişim dönemindeki gelişiminin önemini vurgulamak gereklidir.
Çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikle mücadelede, toplumun genel yaklaşımını değiştirmek için “çocuk” kavramına bakış açımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir. Çocukları erken yaşta yetişkin rollerine zorlamak yerine, onların çocukluklarını yaşayabilecekleri bir ortamı mümkün kılmak gerekmektedir. Evliliğe bakış açımız, çocuk yetiştirme biçimimiz, görev ve rollerimiz, problem çözme biçimimiz, kavramlara yüklediğimiz anlamlar, kız ve oğlan çocuklarına yaklaşımlarımız, tutumlarımız ve en önemlisi adalet kavramımıza bakış açımızı sorgulamak, buzdağının görünen yüzeyinde yer alan çocuk yaşta, erken ve zorla evliliklerine son vermek için olmazsa olmazdır. Sadece toplumumuz için değil tüm insanlık için sağlıklı bir nesil için onlara çocukluklarını yaşayabilecek ortamlar hazırlamaya ek olarak, toplumsal olarak normlarımızı da tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir.