Submitted by halukgoksel on Wed 22/11/2023 - 14:01

Yayın Tarihi

Mahalleye Dönüş: Okulları Yaşam Alanlarımızın Bir Parçası Olarak Görmek Mümkün mü?

Yazar: Gizem Kıygı, Şehir Dedektifi

Bu yazıyı kaleme aldığım, birlikte okulu yeniden düşündüğümüz 2020 sonunda hepimizin hemfikir olduğu -belki de tek- şey, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı.

Bütün süreç boyunca salgın yayılımının önlemleri sosyal “mesafe” kuralları ve kamusal mekânlardan çekilmek üzerine kuruldu. Böylelikle mekânla ilişkimizi derinden sorguladığımız, toplumsal eşitsizliklerin mekânsal tezahürlerine dikkat kesildiğimiz bir süreç yaşamaya başladık. Sandalye aralıkları, bekleme sırası mesafeleri yeniden belirlendi, yeşil alanlara uzaklık çizgileri çizildi. Mekânsal alışkanlarımızın tümünü temassız gerçekleştirebileceğimiz koşullar yaratmaya çalıştık. Tasarımcılar bu ihtiyaçları göz önünde alarak yeni öneriler geliştirdiler. Yine de mesafenin mekânsal olarak karşılık bulamadığı zorlu alanlar oldu ve okul bunlardan biri.

Okul mevcut haliyle öğrenmenin temel mekânı. Okulda yalnızca akademik öğrenme gerçekleşmiyor. Okul, çocukların “kamu” olmayı tecrübe ettiği, bir ritim ve rutin oluşturabildiği, hareket ettiği, sosyalleştiği, zorluklarla karşılaştığı ve aşmak için yöntemler geliştirdiği bir kamusal mekân. İçinde barındığı tüm sorunlara rağmen çocuk koruma politikalarının en önemli ayaklarından biri.

Peki pandemi deneyimi okulları iyileştirmek ve eşitsizlikleri çözebilmek için bize hangi zor soruları soruyor? Bu noktada “önceki” hayatımızda, okul odağında konuştuğumuz konuları yeniden hatırlamakta fayda var.

Fotoğraf: who?du!nelson, Unsplash

Covid_19 toplumsal yaşamımıza girmeden okulların fiziksel kapasitelerinin yetersizliğini tartışıyorduk. Çocukların nitelikli sosyalleşme ve hareket ihtiyacını karşılayabilecek bahçelerden yoksun okulların çokluğundan (1), okullardaki nitelik farklılıklarının yarattığı uçurumlardan (2) bahsediyorduk. Nitelikli okula erişmek için geçirilen servis sürelerini, mahalle okullarından kopuşun yarattığı zaman ve kaynak kaybını tartışıyorduk.

Pandemi çocukları fiziksel olarak okuldan kopardı ama bütün bu sorunlar ortadan kalkmadı hatta katlanarak büyüdü. Kullanılmayan servis araçlarının devam eden ödemeleri hane halkı bütçesine yük oldu. Okulların bahçeleri kontrollü temiz hava alma ve hareket alanı olabilecekken özellikle sıkışık kentsel doku içerisinde böyle alanlar bulunamadı. Dijital araçlara erişimi olmayan ya da kısıtlı olan çocuklar evlerinde sağlıklı bir öğrenme ortamı kuramadı. Bu karanlık görünen tabloda okulu yeniden düşünmek için yaşamsal ihtiyaçlarımıza odaklanmanın tam sırası. Bunun temeli de okulu yaşam alanlarımızın bir parçası olarak görmekten geçiyor.

Koşullar böyleyken “Orada bir okul var uzakta” demek yerine, okulu yaşam alanlarımızın, mahallemizin bir parçası olarak düşünebilir miyiz? Öğrenmenin gerçekleştiği tek mekânı okulla sınırlandırmayıp doğayla, kentle ilişkilenmemizi kapsayıcı öğrenme anlayışına katabilir miyiz? Öğretmenleri ve çocukları okulda yalnız bırakmak yerine, mahalle yaşamımızın bir parçası haline getirebilir miyiz? Okulların afete ve iklim krizine dayanıklı hale getirmek için birlikte sorumluluk alabilir miyiz? Öğrenmeyi okuldan kente taşan bir deneyime dönüştürmek için okulların kamusal kullanım niteliklerini birlikte geliştirebilir miyiz?

Bu sorulara dair ipuçlarını alternatif eğitim pedagojilerinin öğrenmede mekân kullanımı önerilerinde bulabiliriz. Örneğin Reggio Emilia yaklaşımı çocukların öğrenme serüvenini izlerken öğrenme mekânını kurar ve çeşitlendirir. Sesler, kokular, doğa, ışıklar yani mekândaki her şey öğrenmenin doğal bir parçası haline geline gelir. Mekân temelli eğitim yaklaşımı (placed-based education), okulun içinde bulunduğu mahalleyi, doğal öğeleri, toplulukları eğitimin bir parçası haline getirmek üzerine kuruludur. Waldorf pedagojisi deneyimle öğrenmede mekânsal hareketliliği, yapılı ve doğal çevreyle ilişki kurmayı destekler. Bu yaklaşımların hepsinde mekân çocukların öğrenme sürecine eşlik eden ve geliştiren üçüncü bir öğretmen rolünü üstlenir.

Pandeminin en önemli derslerin biri, yere özgü çözümlerin ve deneyimlerin gücü oldu. Herkes için daha kapsayıcı bir öğrenme ortamının oluşabilmesi için okulların tasarlanmasında ve iyileştirilmesinde, çocukların, öğretmenlerin ve okulun parçası olduğunu toplulukların deneyimine alan açılması, katılımcı tasarım yöntemlerinin idareciler tarafından içselleştirilmesi artık bir önerinin ötesinde hayati öneme sahip.

Okulu “birlikte”, yeniden düşünmenin tam zamanı!


(1) Gizem Kıygı, “Okulların Bahçesini, Bahçe Yapmak için Çocukların Merakına İhtiyacımız Var”, ERG Blog,

https://www.egitimreformugirisimi.org/okullarin-bahcesini-bahce-yapmak-icin-cocuklarin-merakina-ihtiyacimiz-var/

(2) Umay Aktaş, “Ayşe ve Elif Arasındaki Uçurum”, ERG Blog, https://www.egitimreformugirisimi.org/uzun-hikaye-ayse-ve-elif-arasindaki-ucurum/


Gizem Kıygı Hakkında

Şehir plancısı ve kent tarihçisi Gizem Kıygı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 2012 yılında mezun olmuş, kent tarihi alanında tamamladığı teziyle Boğaziçi Üniversitesi, ATA Enstitüsü yüksek lisans derecesini 2019'da almıştır. 2011 yılından bu yana birçok farklı kolektif grup ve dernek aracılığıyla çocuklarla mekansal ve kentsel haklara ilişkin atölye çalışmaları gerçekleştirmekte, çocukların mekansal karar ve tasarım süreçlerine katılımı için yöntemler geliştirmektedir. Açık Radyo’da geniş çerçevede kent hakkını odak alan Yerden Yüksek programını hazırlayıp sunmaktadır. Kurucusu olduğu Şehir Dedektifi inisiyatifiyle atölye çalışmaları gerçekleştirmeye, çocuklarla birlikte şehir üzerine düşünmeye ve üretmeye devam etmektedir.


Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.