Öğretmenler mesleki tükenmişlik ve bıkkınlık spektrumunda nerede yer alıyor? Öğretmenin iyi olma hâlini neler etkiliyor? Konu öğrencilere olan etkisinin ötesinde nasıl ele alınabilir? ARKA PLAN’ın yeni bölümünde öğretmenin iyi olma hâlini tartışmaya açmak ve farklı çözüm yollarını tartışmak istedik.
Mesleğin iyi olma hâline etkisi konuşulurken sıklıkla iki kavrama değiniliyor: tükenmişlik (burnout) ve bıkkınlık (boreout). Tükenmişlik, neredeyse kişinin tüm enerjisinin iş tarafından emildiği, gündelik tabirle kafa kaşımaya vakit bile bulunmayan, yine de bitmek tükenmek bilmeyen işler tarafından esir alınılan, yani “emek alanı”nda haddinden fazla durulan zamanları niteliyor. Geceniz gündüz iş olunca, geriye bir kişi kalmıyor doğal olarak. Bıkkınlıkta ise “konfor alanı”ndan çıkılamıyor: Bu ilk bakışta olumlu bir durummuş gibi görünebilir ama eskisi kadar yeni ve heyecan verici şeylerle karşılaşmadığınızı, her şeyin Kafkaesk bir rutinde dönüp durduğunu ve tüm işlerin sıradanlığının size artık baygınlık verdiğini bir düşünün. Böyle bir durumda, boş bir odada saatlerce duran ve uyaran eksikliği sebebiyle çıldırma noktasına gelen birinden farkınız kalmıyor aslında. Tükenmişlik de bıkkınlık da yıpratıcı olduğu kadar çaresizliğin baskın olarak hissedildiği durumlar. Bir insan aynı anda iki durumu da yaşayabilir ve böyle durumlarda çıkış yolu daha da imkânsız görülebilir.
Elbette ki iyi olma hâli tükenmişlik-bıkkınlık spektrumuna sığmayacak kadar çetrefilli bir konu; kişiden kişiye ya da bölgeden bölgeye farklılık gösterebilen birçok dinamik etkenin insan psikolojisini etkilediğini söylemek mümkün. Fakat tükenmişlik ve bıkkınlık, öğretmenin iyi olma hâli düşünülürken uğranması gereken duraklar.
Öğretmenlerin pek çoğu işe bağlı stres, depresyon ve/veya tükenmişlik yaşasa da sosyal, duygusal, zihinsel ve fiziksel anlamda yaşamlarından memnun olması kamuoyunda yeterince tartışılmıyor. Var olan cılız tartışmalar ise çocukların iyi olma hâli üzerindeki etkileriyle sınırlı kalıyor. Bir başka deyişle çoğu zaman, öğretmenlerin iyi olma hâli, çocukların iyi olmasının bir aracı olarak görülüyor. Halbuki öğretmenin iyi olma hâlinin başlı başına bir amaç olması gerekiyor. INEE (The Inter-agency Network for Education in Emergencies)’nin hazırladığı rapor öğretmenin iyi olma hâlinin pandemiyle birlikte artık yalnızca çatışmalı bölgelerde görev yapan öğretmenler özelinde tartışılan bir konu olmadığının ve küresel bir sorun haline geldiğinin altını çiziyor.
Pandemi sürecinde öğretmenler bir yandan belirsizlikle mücadele ederken bir yandan da öğretim süreçlerini belki de hiç bilmedikleri ve her gün yeniden keşfettikleri koşullarda sürdürdü. Öğretmen Seval Binici, ERG Blog’daki yazısında pandemi koşullarında etkileşimli, dayanışmaya açık ortamlardan ve etkinliklerden yoksun kalan öğretmenlerin mevcut sorunlarla başa çıkmada daha çok zorlanmasına ya da bıkkınlık yaşamasına sebep olduğunu anlatıyor. Yine ERG Blog’da yer alan ‘Öğretmen Gözünden Öğrenme Kayıpları’nda pandemi sürecinde öğretmenlerin bir yandan mesleklerini icra ederken bir yandan nasıl değişen koşullara hızla uyum sağlamaya, öğrencileri ve velileri desteklemeye çalıştığını konu almıştık.
“Okul yönetimi kendine yakın bir grup oluşturarak öğretmenler arası rekabeti, bir yönetim şekli gibi kullandığı zaman rahatsız oluyor, böyle bir ortamda stres yaşıyordum. Çünkü bir ekipte yer alman gerekiyor gibi bir durum oluşuyordu. Oysa tüm arkadaşlarım ile işbirliğine dayalı çalışmak istiyordum.” diye belirtiyor bu yazıyı hazırlarken görüşlerini aldığımız emekli öğretmen Remziye Acar. Adaletsiz hazırlanan ders programları ve nöbet dağılımlarının kendisini yıprattığını söylüyor ve ekliyor:
“Öğretmenin yaratıcı olabilmesi için, yönetmeliklere uyduğu sürece bağımsızlık hissi yaşaması gerekli bence. Ben zümre arkadaşımla anlaşıp dersleri bölüşürken ‘Hayır, illede ikiniz de aynı derslere girecek ve şubeleri paylaşacak, birbirinizle sınav sorusu, ödev konusu, ödev şekli didişip duracaksınız’ yaklaşımının öğretmeni kısıtladığını, yaratıcılığını baltaladığını düşünüyorum.”
Görüşüne başvurduğumuz Öğretmen Ağı Değişim Elçisi öğretmenler Gamze Yatkın, Cansu Oluk ve Yalçın Ulusoy bitmek tükenmek bilmeyen evrak süreçlerinin öğretim sürecinin yaratıcılığı azaltmasının, velilerin ve idarecilerin dayanışmacı olmayan tavırlarının ve öğretmenin emeğinin görülmemesinin altını çizerek, çareyi öğretmenler arasında kurulan duygudaşlıkta ve dayanışmada buluyor. Bir diğer öğretmen Miray İşler de farklı disiplinlerle ortak çalışmalar üretmenin kendisine iyi geldiğini anlatıyor. Görünen o ki yaratıcı işbirlikleri, spektrumun hem tükenmişlik hem de bıkkınlık uçları için çözümler üretebiliyor.
Öğretmenlerin omuzlarındaki yük onların tükenmişlik hissini doğru orantılı olarak artırıyor. Öte yandan, öğretmenlere atfedilen olumlu ya da olumsuz etiketler hem onların yaşadıkları sorunları ve dolayısıyla emeklerini görünmez kılıyor hem de toplumsal ve sistematik olarak bir yüzleşmenin kapılarını kapayarak durumu normalleştiriyor. ERG Araştırmacısı Umay Aktaş Salman’ın “60’lardan Günümüze Dört Kuşağın Öğretmenlik Hikâyesi’ başlıklı yazısında bahsettiği gibi “Atama bekleyen öğretmen sayısı çığ gibi büyüyor”, “ Öğrencisi derse girmeyen öğretmenin ek ders ücreti kesilecek”, “Her öğretmenlik okuyan atanacak diye bir şey yok”, “Öğretmenler rahata alıştı”, “Öğretmen köyün kaderini değiştirdi”, “Gençlerin kaderini değiştiren idealist öğretmen” gibi sıklıkla karşılaştığımız ve toplumsal algıda yer edinen haber başlıkları ve söylemler, bir yandan mesleğin statüsü ve itibarını olumsuz etkiliyor ve öğretmen yetiştirme ve istihdam politikalarıyla ilgili sorunları gösteriyor, diğer yandan da öğretmeni kahramanlaştırırken aslında yalnızlaştırılarak, mesleğin profesyonelliğini zedeliyor. Salman, öğretmenlerin meslektaşlarıyla bir arada çözüm aradığında, kendilerinde, sınıflarında ve okullarında nelerin değiştiğini ele aldığı bir başka yazısında “Pek çok sorunun çözümünde öğretmenlerin bir kahraman, kurtarıcı olması beklenebiliyor. Oysa öğretmenlerin kahraman değil özne olmaya ihtiyacı var. Öğretmenlerin, eğitim içeriğinin oluşturulmasından eğitimle ilgili yapılan sistem değişikliklerine, kendi mesleki gelişimleriyle ilgili uygulanan politikalara kadar pek çok alanda etkin olması, seslerinin duyulur, fikirlerinin hayata geçebilir olması ve desteklenmeleri gerekiyor.” diyor.
Konuyla ilgili bizimle görüşlerini paylaşan OECD’nin yürüttüğü TALIS’in başkan vekillerinden Dr. Pablo Fraser’ın anlattıkları, Türkiye’deki öğretmenlerin iyi olma hâlleriyle ilgili yaşadıkları sorunlar ve bu sorunlara çözüm önerilerinin diğer ülkelerde de benzer olduğunu gösteriyor. OECD’nin öğretmenlerin öncülük ettikleri okul içi ve okullar arası işbirliği insiyatiflerinden topladığı veriler, profesyonel işbirliklerinin öğretmen öz yeterliliği için temel etken olduğunu gösteriyor. Öğretmenin karar alma mekanizmalarına katılımı sayesinde gelişen kontrol hissinin, öğretmenin iyi olma hâliyle doğru orantılı olduğunu belirten Fraser iş saatlerinin düzenlenmesi, gereksiz görevlerle öğretmenlerin sırtına yük bindirilmemesi, okul liderleri ve karar alıcıların öğretmenler arası işbirliği için alan ve kaynak yaratması ve öğretmenlerin de bilgi paylaşımı, karşılıklı güven ve destek gibi konularda hareket geçmesinin altını çiziyor.
Öğretmenlere göre, yaşadıkları tükenmişliğin ilacı dayanışma, bıkkınlığın çaresi ise bu dayanışmanın meyvesi olarak ortaya çıkacak ve belki de bir sonraki Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nda karşılaşacağımız yaratıcı uygulamalar. Öğretmenlerin bir araya gelerek kendi iyi olma hâllerini tartıştıkları, kapsayıcı bir biçimde ihtiyaçlarını, önceliklerini ve yol haritalarını belirledikleri, materyallerini ürettikleri alanların çoğalması dileğiyle...