Submitted by halukgoksel on Wed 22/11/2023 - 14:01

Yayın Tarihi

Bir Vicdan Meselesi Olarak “Öğretmenlik”

Yazar: Sibel Tartut

Van’a atanalı beş yıl oldu neredeyse. Daha dün gibi hatırlıyorum mesleğime başladığım ilk günü. Fark etmeden öyle çabuk geçmiş ki zaman.

İlk atandığım yıl nasıl idealist bir şekilde bağlandıysam, hala aynı aşk ve mutlulukla tutunuyorum mesleğime. Hala ilk gün duyduğum heyecanla adım atıyorum sınıfıma. Zaman içinde bazen yıpranmışlıklarım olsa da, hala aynı umutla bakıyorum ben yarınlara.

İngilizce öğretmeni olduğum için öğrencilerimin yazılı notlarından çok, günlük hayatta İngilizceyi kullanmaları, telaffuzları, dinleme ve konuşma becerilerine önem verdim ben hep ve beni mutlu eden tek şey öğrencilerimin ürettiği şeyler oldu. Yazılıdan beş almaları hiçbir zaman yeterli olmadı benim için. Eğer kitaptan okuduğunu kendi cümleleriyle ifade edemeyecek, dinlediklerini anlayamayacaksa; söylediğim hikâyeyi ve gündelik hayatta ne yaptığını yazamayacaksa, aldığı beşlerin hiçbir önemi yoktu benim için. Not, sadece karneye yansıtılan bir şeydi çünkü. Kullanmalıydı öğrenci okulda öğrendiğini. Günlük yaşamda işine yaramayacaksa ne önemi vardı eğitimin, değil mi? Çünkü matematikten yüz almasının bir önemi yoktu eğer öğrenci bakkala girdiğinde para üstünü hesaplayamıyorsa. Eğer günün birinde hakkını aramak için dilekçe yazması gerektiğinde yazamayacaksa hiçbir işe yaramazdı aldığı beşler, pekiyiler ve diğer dinlere, diğer insanlara saygı duymayacaksa; yardıma muhtaçlara elini uzatıp, büyüklerini saymayacaksa bir önemi yoktu Din Kültürü dersinden aldığı beşlerin.

İşte ben de bu fikirlerden yola çıkarak, Van’da çalıştığım sürece hep öğrencilerimin İngilizceyi kullanabilecekleri ortamlar yaratmaya çalıştım. İngilizce şiir dinletileri, Kültür ve Sanat Festivali, Macbeth oyunu, öğrencilerin velileriyle birlikte oynadıkları ‘’Masallar Diyarına Yolculuk’’ adlı tiyatro eseri ve daha birçok şey… Tabi kolay olmadı hiçbiri. Atandığım yıl çok yalnız hissettim kendimi. Şimdi geriye dönüp baktığımda nasıl üstesinden geldim onca şeyin bilmiyorum. Öğrencilere şiirleri öğretme, telaffuz çalıştırma, şarkılar öğretme, tiyatro provaları; dersler, materyaller, konuşma ve dinleme sınavları, bireysel değerlendirmeler… Üstüne etkinlikler için kostüm tasarlamalar, sağdan soldan sponsor bulma çabaları… İnsan bir şeye inanınca her şeyin üstesinden geliyor, bunu her yılın sonunda birebir şahit olarak deneyimliyordum deneyimlemesine de bazen düşmemek için çok direniyordum.

Ağladığım günler de oluyordu. Neden yani, nedendi?

Neden kimse elini taşın altına koymuyordu?

Okula benden önce atanmış, meslekte bilmem kaçıncı yılını doldurmuş olan bazı meslektaşlarım dalga geçiyorlardı bazen kendilerince.

‘’Ya hocam sen bu kadar çalışıyorsun da ne gerek var yani, fazla maaş mı verecekler sana?’’

‘’Ya Sibel hocam, sen ne kadar maaş alıyorsun sahi? Yaptığın şeyler işe yarıyorsa ben de bir spor turnuvası yaptırayım çocuklara.’’ diyerek bıyık altından gülümsemeleri vardı bazı arkadaşlarımın.

İnciniyordum. Anlatacağım çok şey vardı, fakat anlamayacaklarını biliyordum. En azından anlayabilecekleri dilden anlatacak kadar tecrübeli değildim.

Ve gel zaman, git zaman seneler kovaladı birbirini. Emeklerimle dalga geçip, mesleğimin daha ilk yıllarında şevkimi kırmaya çalışan bazı meslektaşlarım atandılar yurdumun farklı yerlerine. Zaman bir şeyleri silerken, yeni şeyler katar ya hayatınıza, seneler geçtikçe küçük yıldızlar ilişti okulda gözlerime. Seneler geçtikçe daha da iyi öğretmenlerle karşılaşmaya başladım aslında, fakat o duymaktan bıktığım söz hala çıkıyordu karşıma.

‘’Ya Sibel hocam, söylesene kaç para alıyorsun sen bu işlerden?’’

Bir gün, ‘’Tamam’’ dedim. Dersimi anlatıp çıkacağım artık, vicdanını aldırmıştı sanki çoğu insan ve öğretmenlik derse girip çıkmaktan ibaretmiş gibi bir algı vardı. Elimi eteğimi çekmeye karar vermişken birçok şeyden, tam bu noktada bir öğretmen arkadaşımın vesilesiyle ’’Öğretmen Ağı’’ ile tanıştım.

O gün her ne kadar isteksiz bir şekilde atölyenin yapılacağı binaya gitmiş olsam da orda geçen iki günü, orada tanıştığım insanları asla unutamayacağım sanırım. Sanki üniversitenin ilk günü ve bizler de ilk dersimizi işliyorcasına heyecanlıydık. Hatta ilk kez etrafımdaki insanlar benden daha heyecanlı, daha meraklı ve istekliydiler. Van’ın birçok ücra köşesinden gelen idealist, gözleri ışıl ışıl insanlar öğrencilere daha iyi yarınlar bırakmak için el ele vereceklerdi.

Ve evet, itiraf ediyorum: Ben bir şeylerin yapılacağına inanmıyordum. Bizlere umut verilip, yine kendi başımıza yarı yolda bırakılacağımızı, yine okullarımızdaki değişimleri tek başına yaratmak zorunda kalacağımızı düşünüyordum.

42 öğretmendik sanırım. Gün boyu çoğunun hikayelerini ve ideallerini dinledik. O 42 öğretmenden sadece 3 tanesi ile aynı okulda çalışıyor olsaydım sırtım sanırım asla yere gelmezdi.

Okula konferans salonu mu lazım, yaptırırdık.

Kütüphane mi yok, o kolay. Hemen gerekli mercilere yazar, Milli Eğitimle konuşur, eksikleri tamamlardık.

Veliler okul toplantılarına gelmiyor mu…Hemen veliler arası birkaç yarışma düzenlerdik. Onları da okuldaki derslere, etkinliklere dahil ederdik.

Bu ve bunun gibi onlarca problemi aşardık birlikte.

Çünkü geleceğe umut dolu bakan meslektaşlara ihtiyacım vardı benim.

Çünkü öğretmenliği sadece bir meslek olarak değil aynı zamanda bir vicdan meselesi gibi gören arkadaşlara muhtaçtım.

Çünkü negatif bakan insanlardan yorulmuştum.

Çünkü enerjim azalmıştı.

Çünkü sürekli okuyan, öğrenciye öğretirken onu eğlendirmeyi amaçlayan öğretmenlerle konuşmak istiyordum.

Onlarla fikirlerimi paylaşmak, problemlerimize çözüm üretmek istiyordum.

Ben artık şairin de dediği gibi :

‘’Şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyordum.’’

Fakat tek başıma değil, birilerinin elini tutarak.

Nihayet el ele verip, gökyüzünün altında çimenlerin üstüne uzanıp aynı şarkıyı söyleyebileceğim bir ağa dahil olmuş ve muazzam insanlarla tanışmıştım.

Her ne kadar o ilk gün isteksiz, ümitsiz olsam da kendim gibi ellerinde meşale, içlerinde vicdanla yola çıkan o öğretmenleri gördükten sonra hem benim hem de öğrencilerimin hayatları değişti.

Araştırma yapmaktan, okumaktan, hayat mücadelesinden, müfredattan, okuldan kendi iç dünyama bakmaya ve öz eleştiri yapmaya zamanım kalmıyordu. Öğretmen Ağı’na dahil olduktan sonra gerek Ağ’daki arkadaşlardan dinlediklerim, gerekse sosyal medya ve web sitesinde okuduklarım sayesinde kendimi eleştirmeye başladım.

Öğrencilerime sesimi yükseltme gereği duyduğum zaman ‘’Acaba bunun yerine ne yapabilirim?’’ diyordum içimden.

Ceza vermem gerektiği zamanlar ‘’ Ödül ve ceza olmadan nasıl halledebilirim?’’ diyordum. Ceza vermemeye başladım artık. Onun yerine çok sevdikleri bir etkinlikten muaf tuttum onları. Sınıfta bütün öğrencilerin yanında kızmak yahut ses tonumu yükselterek uyarmak yerine ders çıkışı bir köşeye çekip, baş başa konuşmayı denedim öğrencilerimle elimden geldiğince. Sosyal medyada rastladığım Ağ’daki arkadaşların yaptıkları etkinlikleri, sınıfıma uyarlamaya başladım. Hem kendimin hem de öğrencilerin Ağ’dan sonraki süreçte daha hümanist ve mutlu olduklarını fark etmem zor olmadı.

Siz sevgili okurların, ‘’Ne yani, zaten bir öğretmen olarak bunları yapmak zorundasınız.’’ dediğini duyar gibiyim. Evet, zaten zorundayım, zorundayız. Fakat bazen kendi eğitim anlayışınızı başkalarıyla konuşmanız, onların tecrübe ve fikirlerini dinlemeniz, bir şeyler derinlemesine tartışmanız lazım. Bazen başka öğretmenlerle üretmeniz lazım, farklı disiplinlerle kaynaşmanız lazım. Ve en önemlisi, sizi anlayan insanlarla bir arada olmanız lazım. Yoksa rutine bağlıyor, derinlemesine bakamıyorsunuz mesleğinize ve öz eleştiriyi kaybediyor, kendi hatalarınızı göremiyorsunuz. Sanki yaptığınız her şey mükemmelmiş gibi geliyor, kusursuzmuş gibi. Oysa ki değil…Hiç değil. Paylaştıkça öğreniyorsunuz.

Ben Sibel

Sibel Tartut.

Öğretmen Ağı’ndan önce harika bir öğretmendim.

Şimdi daha da harikayım.

Ağda oldukça, toplantı ve etkinliklere katıldıkça, basından takip ettikçe, sosyal medyada bir şeyleri inceledikçe, ‘ağdaşlarımla’ bir araya geldikçe ve aynı gökyüzü altında, aynı şarkıyı söyledikçe çok daha iyi, çok daha harika bir öğretmen olacağım.

Fakat harika olmak ve kusursuz olmak çok ayrı şeylermiş. Biri mümkünken, diğeri değilmiş. Kusursuzluk… Sanırım bu sadece Yaradana özgü bir kavram. İnsan elinin değdiği her şeyde bir kusur muhakkak vardı.

Ve yaşam bu kusurların yontulması, silinmesiyle devam ediyor.

Kimseyi incitmeyen, kolay törpülüp yontulan ve silinen kusurlarımızın olması dileğiyle.

Gökyüzünü boyar gibi öğrencilerimizle el ele verip geleceği boyamak,

Onlarla birlikte çocuk olmak, büyümek dileğiyle.

Ve aynı amaç uğrunda bu dizeleri, el ele söylemek,

Umut, azim ve vicdanımızı hiç kaybetmemek dileğiyle:

Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;

Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun…*


*Öğretmen Marşı


Sibel Tartut Hakkında

7 Ekim 1991 yılında Muş’un Bulanık ilçesinde altı çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak dünyaya geldi; üç yaşında, Antalya’nın Kumluca ilçesine taşındı. İlk ve orta öğrenimini Ziya Gökalp Yatılı Bölge Okulu’nda, lise öğrenimini ise Kütahya İMKB Anadolu Öğretmen Lisesi’nde bitirerek 2009 yılında Gazi Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü kazandı. Üniversite yıllarının bir kısmı, Polonya’nın Krakow şehrindeki Jagelonian Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde burslu olarak geçti. Sonrasında bir süre, İrlanda’da Dublin Şehir Üniversitesi’nde dil asistanı olarak staj yaptı. Lise ve üniversite eğitimini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin ‘’Kardelenler’’ bursu ve Yücel Kültür Vakfı’nın ‘’Yarım Elma’’ bursu ile tamamladı. Üniversite eğitimimin ardından, Van’ın Edremit ilçesinde Yunus Emre Ortaokulu’a İngilizce Öğretmeni olarak atandı. 2015–2016 yılları arasında ücretsiz izine ayrılarak Fulbright burs programı kapsamında Amerika’nın New York eyaletinde bulunan Syracuse Üniversitesi’nde bir yandan Yüksek Lisans eğitimi alıp, diğer yandan Türkçe öğretim asistanı olarak çalıştı.

Tartut, ilkokul dördüncü sınıftan beri düzenli olarak yazıyor. İlk yazısı lisede ‘’Tavşanlı’nın Sesi’’ adlı yerel bir gazetede yayımlandı. 2011 yılında British Council’ın düzenlemiş olduğu ‘’Hayalimdeki Yolculuk’’ adlı öykü yarışmasında ‘’Uçurtma Kuyruğunda Hayallerim’’adlı eserle derece aldı. 2015 yılı şubat ayında, Hrant Dink Vakfı’nın ‘’Beyond Borders’’ bursu kapsamında yazmakta olduğu ‘’Başucumda Zaman’’ adlı kitabını tamamlamak için Erivan’a gitti. Aynı zamanda, Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın ‘’Democracy Wheel’’, Yücel Kültür Vakfı’nın ‘’4 Nations’’ adlı projelerinde Türk-Ermeni ilişkileri üzerinde çalışmalarda bulundu.

“Piedra Günlükleri” adlı iki güncesi ve aynı ismi taşıyan bir şiir kitabı olan Tartut, bugünlerde bir roman üzerine çalışıyor. İlerleyen yıllarda öğretmen kimliğinin yanı sıra, edebiyat alanında başarılı bir yazar olmak en büyük ideali.