Submitted by halukgoksel on Wed 22/11/2023 - 14:01

Yayın Tarihi

Bir Kokudur Sinmiş Ömrüme

Yazar: Sibel Tartut

Bu sabah pencereye vuran yağmur damlalarıyla uyandım. Daha yatağımdan doğrulup toprak kokusunu çekmek için pencereye koşmadan, her yer sırılsıklam olmuştu. Bilirsin, kış erken gelir bizim buralara. Bir günde dört mevsime tanık olmuşluğumuz dahi vardır. Yağmur yağarken, sana yazmak istedim ben. Kaldırdım başımı, tavana baktım uzun süre. Zaman öyle hızlı akıp gitmiş ki farkına bile varamamışız işten güçten.

Seni en son bıraktığımda ortaokul sondaydın. Uzun uzun vedalaşmıştım herkesle. Vedam sana değildi sadece — aileme, bu okula, bu şehre, bu ülkeye; ardımda bıraktığım ve özlemle hatırlayacağım her şeyeydi. Sen ve gözlerin geldi aklıma bugün. Antalya’ya gitmek istiyordun en son. Dil bölümünü okuyup ya turizm camiasına atılacak ya da İngilizce öğretmeni olacaktın.

’’Hocam söz veriyom, Türkiye’nin en güzel sushi restoranını açacam. Senden de hiç hesap almayacam.’’ demiştin son görüşümde.

Ne yaptın, açabildin mi bizim restoranı? Başladın mı Türkçe, Kürtçe ve İngilizce’ ne bir de Japonca eklemeye? İstedikten sonra yapamayacağın şey yok, biliyorum. Senin gibi bir öğrenciyle tanıştığım için öylesine minnettarım ki Yaradana. Hiç unutmam, beni her gördüğünde selam verirdin. Senin yaşındaki öğrenciler için sarılmak zordu. Doğu kültürünü az çok kendi ailemden bilirdim, okşanmazdı çocukların saçları kolay kolay, sevgi sözcükleri çıkmazdı büyüklerimizin ağzından. Sen yanaşırdın sağıma, bense iki adım geriye giderdim istemsizce. Ellerini yıkadın mı, en son top oynuyordun, terledin, koktun mu diye düşünürdüm hep. Fakat sen gülümserdin, saçını okşamasam da sarılmasam da bir gülücük konmadan yüzüme yanımdan gitmezdin.

Derse katılırdın, iyi not alırdın almasına da ödevini yapmazdın hiç. Evde tekrar etmezsen unutulurdu İngilizce. Nankördü çünkü dil ve ben her ödev kontrol ettiğimde başını önüne eğiyordun sessizce. Sıradan bir ayın, sıradan bir günüydü o gün de. Önce sınıfa girmek istemedin. Nedenini sorduğumda cevap vermedin. “Hocam, galoş alabilir miyim?’’ dedin sadece. “Hayır, galoşlar sadece ben ve sınıfa gelen misafirler için. Sen ev sahibisin. Terlik ya da patiğini giy.’’ dedim. “Hocam unuttum’’ dedin sonra. Hiç olmayan bir şey nasıl unutulursa öyle unutmuştun sen.

Gözlerinin etrafı şişmişti ve yıkamamıştın o sabah yüzünü. Beyaz gömleğinin kollarında yeni sıvanmış duvarlardan kalma bir çimento ve yer yer kömür izleri vardı.

‘’Sınıfa böyle giremezsin Öner. Hem ödev yapmamışsın hem de üstün başın kir pas içinde.‘’ dedim sesimi yükselterek. İlk kez sustun, o geveze sen sustun ve bir adım geri gittin. İnanamadım. Tekrar tekrar sormama rağmen hiç konuşmadın. Kaldırdın başını sonra, bir damla yaş düştü gömleğinin yakasına. İçinden hıçkırıyordun belki, ama gururluydun fazlasıyla. Başkalarının yanında ağlamak yakışmazdı sana. Çıkardın ayakkabını, baş parmağı yırtık çorabınla ilerledin en arka mindere. Feci bir koku sardı sınıfı sen yürüdükçe. Günlerce ayağından çıkmamıştı sanki ayakkabı. Her taraf ağır bir çorap kokusu… Utandım, kızardım, bozardım. Yerin dibine girdim sanki. Seninse eğikti başın, ders boyunca kalkmadı hiç parmakların. Sessizlik, derin bir sessizlik hakimdi zil çalana dek.

O akşam eve dönerken, seni gördüm apartman girişinde. Özür dileyeceksin sandım bir an. Dilemesi gereken; başını öne eğmesi, ağlaması, utanması gereken bendim oysa. Öğretmenliğe dair gerekli eğitimi alan, bilinmedik memleketlerde bilinmedik öğrencilerle çalışan ben, senden çok şey öğrendim. Çok şeyi bilmişim de insanlığı bilememiştim belli ki.

“Öner, ne yapıyorsun sen burada. Kar yağıyor dışarıda, hava buz gibi. Gitsene evine?’’ dedim.

“Çöpleri toplayıp gideceğim’’ dedin.

Utanmıştın yine. Suçüstü yakalanmışçasına hızlı hızlı boşalttın kovaları elindeki poşete ve daha da hızlandı adımların. Gittin, bittim…

Kapıcı ağabeyle konuştum gidişinin ardından. Okul harçlığını çıkarmak için ona yardım ediyormuşsun okul sonraları. Geçen gün de uyumamışsın hiç. Kalorifer dairesinde babana yardım ederek sabahlamışsın. Ondanmış üstündeki siyah lekeler, saatlerce çalışmaktan yırtık çoraplarına sinen koku. Kalktım ayağa ve odama çıktım sessizce.

O gün öğretmenliğin aslında ne olduğunu, senden öğrendim. Sen bana bir kez baktın, ben bin şey öğrendim. Not değildi senin derdin. Eşit olmaktı herkesle. Farklılığın zenginlik olduğunu anlatabilmekti biz öğretmenlerine. Kimse matematikte çok iyi olmak, güzel resim yapmak zorunda değildi. Hayat herkese adil davranmıyordu ve kimse bunun verdiği ağırlık altında ezilmek zorunda değildi. Tüm istediğin bunların bilincinde olan bir öğretmene sahip olmaktı belki.

Kendi onurunla çalışmayı daha o yaşta öğrenmiştin. Bense zedelemiştim onurunu herkesin gözleri önünde. Ne büyüklüğüm ne erdemli duruşum ne de öğretmenliğim kalmıştı o gün bende.

Sorgulattın bana çok şeyi, ne yapıyordum ben. Çantamda birkaç kutu ıslak mendil ve kolonyayla dolaşarak kendimi koruyordum onca zaman. Sarılmıyordum hiçbirinize. Çünkü sular kesikti, sabun eksikti. Çünkü şımarırdınız. Çünkü üstünüz kirli olabilirdi…Kendimi gizliyordum onlarca “çünkü’’ nün arkasında.

Senden öğrendim ben mesleğimi. Öğretmenlik, evrakları eksiksiz hazırlayıp, dersini en güzel şekilde anlatmaktan ibaret değildi. Tiyatro çalışmaları yapmak, İngilizce sınıfı oluşturmak da değildi. Karşıya bilgi aktarmak hiç ama hiç değildi. Senin ve senin gibi iç dünyasında boşluk olan, sevgiye ve sıcak bir tebessüme sahip olan yüzlerce öğrenciye kucak açmaktı öğretmenlik. Sarılmaktı onlara sıkı sıkı. Kendinden çok küçüğünü düşünmekti. Anne gibi, baba gibi titreyerek bakmaktı öğrencilerinin gözüne. Değişen zamanla birlikte yitip giden değerleri gün ışığına çıkarmak, istemeden kalplerinizde açtığımız yaraları sarmaktı.

Güzel çocuk…Okula döndüğümde sordum seni. Öğrendim ki mezun olduğum Tavşanlı Anadolu Öğretmen Lisesi’ne gidememişsin. Beklemiyordum zaten. Sadece İngilizce bilmekle kazanman çok güçtü o okulu. Şimdi aradan iki sene geçmiş. Turizm Lisesine gitmişsin Antalya’da. Büyüyüp sushi restoran zinciri açacağın o günü bekliyorum sabırsızlıkla. Karşıma geçip İngilizce konuşacağın, gazete köşelerinde başarının sırlarını anlatacağın yazıları okuyacağım zamanları da. Gözleri okyanus mavisinde hüzün dolu bakan çocuk. Çorabından kalan bir kokudur ki sinmiş ömrüme. Mezun olup giderken, ne güzeldin sen öyle…


Sibel Tartut Hakkında:

7 Ekim 1991 yılında Muş’un Bulanık ilçesinde altı çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak dünyaya geldi; üç yaşında, Antalya’nın Kumluca ilçesine taşındı. İlk ve orta öğrenimini Ziya Gökalp Yatılı Bölge Okulu’nda, lise öğrenimini ise Kütahya İMKB Anadolu Öğretmen Lisesi’nde bitirerek 2009 yılında Gazi Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü kazandı. Üniversite yıllarının bir kısmı, Polonya’nın Krakow şehrindeki Jagelonian Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde burslu olarak geçti. Sonrasında bir süre, İrlanda’da Dublin Şehir Üniversitesi’nde dil asistanı olarak staj yaptı. Lise ve üniversite eğitimini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin ‘’Kardelenler’’ bursu ve Yücel Kültür Vakfı’nın ‘’Yarım Elma’’ bursu ile tamamladı. Üniversite eğitimimin ardından, Van’ın Edremit ilçesinde Yunus Emre Ortaokulu’a İngilizce Öğretmeni olarak atandı. 2015–2016 yılları arasında ücretsiz izine ayrılarak Fulbright burs programı kapsamında Amerika’nın New York eyaletinde bulunan Syracuse Üniversitesi’nde bir yandan Yüksek Lisans eğitimi alıp, diğer yandan Türkçe öğretim asistanı olarak çalıştı.

Tartut, ilkokul dördüncü sınıftan beri düzenli olarak yazıyor. İlk yazısı lisede ‘’Tavşanlı’nın Sesi’’ adlı yerel bir gazetede yayımlandı. 2011 yılında British Council’ın düzenlemiş olduğu ‘’Hayalimdeki Yolculuk’’ adlı öykü yarışmasında ‘’Uçurtma Kuyruğunda Hayallerim’’adlı eserle derece aldı.

“Piedra Günlükleri” adlı iki güncesi ve aynı ismi taşıyan bir şiir kitabı olan Tartut, bugünlerde bir roman üzerine çalışıyor. İlerleyen yıllarda öğretmen kimliğinin yanı sıra, edebiyat alanında başarılı bir yazar olmak en büyük ideali.