Submitted by halukgoksel on Wed 22/11/2023 - 14:01

Yayın Tarihi

Oyun mu Oynasak?

Yazar: Seval Binici

Okul bahçesine girdiğimde zümrem bankta oturuyor. Sanırım boş saati. Yıllardır mesai arkadaşıyız. Bitmeyen bir okul arkadaşlığı, aynı sıralarda dirsek çürütüyoruz… Selam verip kaçıyorum. Ama o bırakmıyor. İçerde maskeyle havasız oturacaksın, diyor. Aslında çok seviyorum onunla oturmayı. Benim yaşım kadar mesleki deneyimi var. Tamam, ben ders çalışacaktım, benimle çalışırsan yanında otururum diyorum. Kabul ediyor.

Elimde çocuklarla felsefe yöntemi ile hazırlanmış bir ders planı var. Aynı çocuklarla yapmayı planladığım gibi onunla bir deneme yapıyorum. Harika yanıtlar alıyorum. Hiç kendi fikrimi söylemiyorum. Sadece ona sorularla eşlik ediyorum. Zil çalıyor. Etrafımız oyun ve çocuk sesleri ile dolarken başka öğretmenler de geliyor yanımıza. Selam bile vermeden onlar da dinliyorlar sonra da kendi fikirlerini söylüyorlar. Çok keyifli bir tartışma oluyor. Derin mevzular konuşulmaya başlıyor. Yaşam, gençlik, yaşlılık, aynılık, değişim… Zil tekrar çalıyor. Bu sohbeti nasıl bırakacağız? Şimdi sınıfta nasıl ders dinleyeceğiz. Neyse ki hemen kendime geliyorum. Çünkü ben çocuk değilim. Yetişkinim. Ders dinlemeyeceğim, anlatacağım. Ama bir dakika ben fikrimi söylememiştim. Benim fikrimi söylemediğim görülmemiştir. Gülüşüyoruz. Önceden denemesini bile yaptığım derse hazırım.

Sınıfa girdiğimde çocukların ellerinde okuma kitapları olduğunu fark ediyorum. En sevdikleri kitabı okula getirmelerini ben rica etmiştim. Herkes ayakta ve aynı anda sınıfın yarıdan fazlası parmak kaldırıyor. Kitap tanıtımı yapmak istiyorlarmış. Ders kitabında böyle bir yönerge var ama ben yönergeden bahsetmedim çocuklara daha önce. Sadece en sevdiğimiz kitabı getirecektik. Ben de onlara şöyle diyecektim: Sence bu hikâyedeki en büyük soru ne? Güzel soru. Ama sanki ben bu etkinliği bugün yapacağımı da söylememiştim. Of! Ama benim elimde de P4C akışı var. Tamam, söz de su da sizin olsun. Herkesi dinleyeceğiz. Benim sorularım olacak, isteyen herkes de soru sorabilir… Aman Allah’ım çocuklar kitabı tanıtmıyor; resmen yutmuşlar ve üç yüz sayfalık kitapları bile sahne sahne anlatanlar var. Süre sınırlaması getiriyoruz. Dört dakika. Bu hafta geriye kalan derslerde herkesin dört dakikası var. Gönüllü olan herkesi dinleyeceğiz. Dinleyecek miyiz acaba? Birinci grupta dinliyoruz gibi. 30’+30’. Hatta dinlediklerimizle ilgili sorular soruyoruz. Şöyle bir soru sorduğumu hatırlıyorum: “Sence tembellik bir seçim midir? Sence tembellik nedir? Peki, bu durumda çalışkanlık nedir? Tamam, yani sen diyorsun ki tembel olan çocuklar kendi yollarını seçip hayatta başarılı olabilirler. Yani o zaman tembellik okulda olan bir şey midir daha fazlası mıdır? Anladım, okulla hayat birbirinden bağımsız şeyler midir, neden?”

Neyse ben de önceden hazırladığım P4C akışımı diğer gruba saklarım. Ama hiç de öyle olmuyor çünkü önceki grupta dersin başında yaşadığımız aynı şeyleri diğer sınıfta da yaşıyoruz. Ama ben böyle bir yönerge verdiğimi asla asla hatırlamıyorum. Bu işte bir iş var…

Eğer dersleriniz öğleden sonraysa ve altıncı sınıfları okutuyorsanız ve son iki derste kitap özeti anlatan çocukları dinliyorsanız hayat çekilmez olur. Hem de onlara, sence bu hikâyedeki en büyük soru ne, diye sormak niyetindeyseniz. Çünkü bir süre sonra çocuklar için hikâyedeki değil ama hayattaki en büyük soru açlığını, susuzluğunu ve yorgunluğunu nasıl gidereceğidir. Hem de en az beş saattir ayağında olan ayakkabılarını ayaklarından fırlatma arzusunun ne kadar güçlü olduğunu da eklerler. Bugün teneffüslerin diğer günlerden daha da kısa geçtiğini ve ertesi gün yarım kalan oyunlarının intikamını almak için derse birkaç dakika geç kalmanın hiç de fena bir şey olmadığını.

Ben bu düşünceler eşliğinde bir Nasrettin Hoca fıkrası dinlemeye çalışırken, çünkü söz alan çocuğun en sevdiği kitap “Nasrettin Hoca Fıkralarıymış”, ön sıralarda bir fısıldaşma geliyor kulağıma. Hem fıkrayı dinleyip hem fısıldaşmaları duymaya çalışıp hem de sınıfın diğer köşesinde meydana gelmeye başlayan kıpırdamaları ne yapacağımızı düşünüyorum. Üstelik sınıfta kitap anlatmak istediği için dersin ta başından beri eli havada söz bekleyen çocuklar da var. Zaten konuşmak her zaman dinlemekten önemli olmuştur insan için. Boşu boşuna iki dinle bir söyle dememişler. Zaten dinleyen bir canlı olsak böyle bir atasözü çıkmazdı ortaya.

Fısıldaşma şöyle:

-Türkçe dersinde başka ödev yapma arkadaşım, dinlemelisin arkadaşım, derste ödev yapılmaz, bırak artık ödev yapmayı, dinlemelisin, herkes seni dinledi, sen de dinlemelisin.

Sözleri söyleyenin bakışlarını üzerimde hissediyorum ama fark etmemiş gibi yapıyorum. Tepki versem zaten dikkati dağılmış sınıfın dikkatinin bir kat daha dağılmasına sebep olacağım. Kendime sormadan edemiyorum dinlemek yerine dinlemeyeni uyarmak davranışı herhangi bir yaşa özgü bir davranış mıdır? Bu ders bitmez. Bu benim kurguladığım ders değil. Bir sorun var. Acaba biraz oyun mu oynasak? Oyun teklif etmekten çekiniyorum. Çünkü söz almak için hala parmak kaldıranlar var. İki derstir bekliyorlar. Baştaki anlaşmayı hatırlatmaktan usandım. Zaten bunu başka yapanlar da oldu birkaç kere. Dayanamayıp şöyle dedim:

-Ben yoruldum ve sıkıldım acaba bu etkinlik yerine oyun oynayıp yarın geriye kalan kitapları dinlesek mi? Hem de çok daha iyi dinlemiş oluruz.

-Hayırrrrrrr!!!!

Birkaç cılız onayın dışında taraftar toplayamadığım bir teklif. Neyse ki son beş dakikadayız. Tamam, ama madem öyle elimizden geleni yapıp dinleyelim.

-Taaaaamaaaaaammmm!

Dinliyoruz. Son iki dakikadayız. Çantasını sırtına almaya başlayanlar var.

Sırtında çantası yanıma bir öğrencim yaklaşıyor. Son bir dakikadayız dışardaki hareketlenmeler de artıyor. Sınıfın içine sirayet ediyor hareketlilik, zil çalmadı ama çalmak üzere sonuçta.

-Öğretmenim ben bu kitabı sosyal dersinde anlattım, Türkçede de anlatabilir miyim?

Bir başka çocuk,

- Sosyal değil o. (… ) Okuma Becerileri o ders.

Arkadaşına fena sözler ediyor. Çok içerliyorum ama şimdi bunu konuşmak için vakit çok dar. Neler olup bittiğini de anlamış bulunuyorum.

-Sen bilirsin, diyorum. Arkadaşların bir daha dinlemek ve sen anlatmak istersen olur.

-İsterim.

-Ama onlar ister mi?

Son sorumu duymuyor. Çünkü zilin çalmasıyla beraber okul otuz saniyede afet durumu varmışçasına tahliye oluyor.

Toparlanırken nerde hata yaptığımı düşünüyorum. Belki en baştan grup grup her gün birkaç kişi dinleyeceğimizi söyleyebilirdim. Böylece bir saat üst üste kitap özeti/tanıtımı dinlemek yerine bunu zamana yaymış ve daha az sıkılmış(!) olacaktık. Bunu teklif ettiğimde iki sınıfta da itiraz etti çocuklar. Gerekçe çok anlamlı, yarın kitabı getirmeyi unutabiliriz. Ödevler ve başka sorumluluklar düşünülünce sanki haklı gibiler. Okula su mataranı götürmelisin, yiyecek götürmelisin, otobüs kartını almalısın, maske ve yedek maske unutmamalısın, bazı dersler için o güne özel araç gereçleri hazır etmelisin…

Sözü ve suyu çocuklara bırakmak kötü bir fikir miydi? Bu fikir nerede işlememeye başladı diye kendi kendime sorular sormaya devam ediyorum. Ayrıca çocukların aynı kitapları ikinci kez anlatma ve dinleme (!) ye nasıl ve neden katlandıklarını merak ediyorum. İlk grupta iki ders saatinde de büyük bir sabır ve ciddiyetle yürüdü etkinlik. Çocukların tahtaya çıkıp kitaplarını özetlemelerinin ötesinde okudukları ile ilgili sorular sordukları iki ders olmuştu. Evet, aynı materyali ikinci kez kullanıyorlardı ama farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyorlardı. Böylece belki iki ders birbirini tamamlıyordu. Yöntemler arasında açık açık bir karşılaştırma yapmasak da aslında derslerin işleniş biçimleri arasındaki fark kitaplara bakış açılarımız arasındaki farkı da ortaya koyabilir. Ve planlanmamış bir kazanım sağlayabilir. Aslında çocukların kazanımlarının ne olduğunu tam olarak belirleyemediğim bir gün geçiriyorum, yanlış anlaşılmalar düzensizliğe sebep olsa da bunun bir fırsata dönüşebileceğini umuyordum. Hatta kitaplarını anlatmaları, tahtada olmaları, hikâyelerdeki olaylara hâkim olmaları ve bunu aktarabilmeleri tabi ki isteğim bir şey. Peki, birbirimizi dinlemeyi nerede bırakıyoruz? Çocukların sıkıldığını, yorulduğunu, ilgilerinin dağıldığını çok net bir şekilde görüyorum. Yarın devam edelim hem de bunun yerine oyun oynayalım teklifimi reddediyorlar. Bunu oldukça şaşırtıcı buluyorum. Kendi kendime bunun sebebini düşündüm birkaç gün. Cevabı elbette sınıfta buldum…

Haftanın ilk günü, son ders saatindeyiz. Her hafta bu derste çocukların oyun kabul ettiği rekabeti, heyecanı bol bir yazma çalışması yapıyoruz. Harften kelimeye, kelimeden cümle düzeyine çıkmayı planladığımız bir yazma etkinliği. Bu derste ben sadece gözlemciyim. Çünkü bu etkinliği oyunlaştırma konusunda tez hazırlayan bir arkadaşım yürütüyor. Böylece sınıfta olup bitenleri daha rahat gözlemleyebiliyorum. Bu etkinlik de 30’ + 30’ bir etkinlik. İlk yarı çok keyifli ve teneffüsse çıkmaya bile gerek duymayanlar var. Yine de ara veriyoruz. İkinci yarı ilk on beş dakika çocuklar hala katılımcı hala istekli ama ikinci on beşte dikkatler dağılmaya başlıyor. Hareketlenmeler artıyor. Bazı çocuklar artık oyunu takip etmiyor, sonuç da çok önemli değil artık; sadece sıralarında oturuyorlar. Sınıfta dolaşmalar başlıyor. Gruptan ayrılıp sınıfın diğer ucunda kalan eşyasını almaya gidiyor pek çok çocuk. Son beş dakika etkinlik devam etmesine rağmen herkes ayakta ve sonucu merak eden birkaç kişi dışında herkes sınıfın bir yerinde kendi dertleriyle meşgul. Son iki dakika hem dışardan gelen sesler hem sınıfın içindeki ses dayanılmaz bir hal alıyor benim için. Ben müdahale etmiyorum çünkü bunun bir anlamı yok ama zaten bir çocuk müdahale etmeye çalışıyor. Var gücüyle bağırarak sessizlik talebinde bulunuyor!

Oyun oynuyor olsak bile çocuklar okulda geçirdikleri sürenin uzunluğu sebebiyle motivasyonlarını son ana kadar diri tutamıyorlar. Bu aynı şekilde okulda bulunan bütün yetişkinler için de geçerli. Sürenin uzunluğu yerine sürenin nitelikli kullanımına odaklanmak belki de yetişkinlerin çocuklara yönelik “Oyun bile ilgilerini çekmiyor, hemen sıkılıyorlar.” söylemini dönüştürmek için bir fırsat.


Seval Binici Hakkında

2008 yılında Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümünden mezun oldu. 2010 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak çalışmaya başladı. Binici, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrencisidir.



Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.