Uzak Yakın
Yazar: Veysel Özdemir
Yazmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum. Kafamda o kadar çok şey var ki; karmakarışık! O kadar şey yazmak istiyorum ki ya da konuşmak. Tahmin ediyorum ki, bu dönemde herkes bir şeyler yazmak ya da söylemek istiyordur. Farklı bir süreç yaşıyor ve deneyimliyoruz. Hayatımıza giren yeni kavramlar var: dijital sosyalleşme, sosyal mesafe, pandemi, uzaktan eğitim, çevrimiçi… Yeni yaşam biçimleri ile korku, kaygı, özlem, umut gibi birçok farklı duygu ve deneyimi aynı anda, aynı saatte, aynı gün içerisinde yaşarken; bir yandan da hayata bir yerinden tutunup devam etmeye çalışıyoruz. Bu tutunma daha küçük bir alana sıkışmış, daha fazla zamana yayılmış durumda. Bu süreç nereye evrilir ve bundan sonra nasıl bir dünya bizi bekliyor kestirmek güç. Yaşadığımız bu dönemle birlikte tarihe de tanıklık ediyoruz aslında. Kendimiz, ailemiz, bakkalımız, manavımız, öğrencilerimiz, berberimiz, doktorlarımız, bilim insanlarımız daha pek çok kişi ve meslek grubu, maddi ve manevi birçok ihtiyacı karşılayabilme çabasının yanında, tıpkı kara veba ya da çiçek hastalığı dönemlerinde olduğu gibi pandemi günlerine tarihi notlar düşüyoruz. Hem de dijital bir ortamda: çevrimiçi notlar… Ben tabii ki bir öğretmen olarak bu sürece eğitimci gözüyle bir bakış açısı getirmeye çalışacağım, naçizane. Belki birçok meslektaşımın içinden geçen, aklına gelen birkaç noktaya değinmek istiyorum.
Biz öğretmenler ne yapıyoruz bu süreçte diye sorarsanız, şunu belirtmek gerekir özetle: Öğretmenler, boş durmuyor, çırpınıyor, çabalıyor, teknolojiyle cebelleşiyor öğrencilerine ulaşabilmek ve bir şeylerin ucundan tutarak filizlendirmeye çalışıyor. Hep birlikte görüyoruz, duyuyoruz ve yaşıyoruz. EBA, EBA TV ile MEB bir yandan her öğretmene ve öğrenciye ulaşmak için teknolojiyi seferber ederken; özel okullar ve dershaneler, belki biraz da abartarak, çevrimiçi derslerle süreci yürütmeye çalışıyor. Bunların artıları eksileri, eksiklikleri var elbet; belki de eleştirilecek, pedagojik açıdan değerlendirilmeye muhtaç birçok nokta var ama onlar maalesef bu yazının konusu değil. Bu kadar hengamenin olduğu bir ortamda, ‘duygularımız’ ne alemde merak edeniniz var mıdır acaba? Uzak mıyız, yakın mıyız? Elbette merak vardır. Hem kendi duygularıyla baş başa kalan, hem de uzaktaki yakınlarını, öğrencilerini merak eden biz öğretmenler… Aynı duygulara yenilerini ekleyerek, bu sürece uyum sağlamaya çalışıyoruz. Heyecanlarımız, planlarımız vardı programlarımız, hayallerimiz, yapacak güzel işlerimiz… Şimdi bunların yerini hangi duygular aldı ve almaya devam edecek? Derslerimiz vardı, oyunlarımız, etkinliklerimiz, coşkumuz, sevincimiz, üzüntülerimiz vardı. Hepsi ertelendi tarihi ve saati bilinmeyen bir zamana. Duygularımızı daha ne kadar erteliyoruz? Çevrimiçi ortamlarda duygularımızı ne kadar yaşayabiliyoruz? Dokunmak, gerçekten görmek, koklamak ne kadar gerçeğe yakın? Peki duygularımızı yönetebiliyor muyuz?
Bu süreçte sosyolojik, psikolojik, pedagojik, kültürel ve ekonomik bir sürü sorunla karşılaştık ve karşılaşmaya devam edeceğiz. Ama insani değerler, duygusal geçişler de en az onlar kadar önem kazandı ya da kazanacak diye düşünüyorum. Teknoloji ile duygusal bağları kuvvetlendirdik mi acaba? Yoksa tam tersi zayıflıyor mu uzaktakilerle bağımız? Fizyolojik ve sosyal düzenimiz, yemek ve uyku düzenlerimiz değişti; ya duygularımız? Sıkıldık, sıkıldık, sıkıldık da; duygularımız bu sıkıntılarla baş etmeyi öğrenecek mi? İnsanlık tarih boyunca hep bir arayış içerisinde olmuştur. En geniş alanlardan en dar zamanlara, bu arayış yüzyıllardır devam ediyor. Yeni ortamlarda, yeni kurgularda bunu devam ettirmeye ve geliştirmeye devam edeceğiz. Eğitim — öğretim süreçlerini de buna uyarlamamız gerekecek. Şimdi belki de tam da bunu yaşıyoruz.
Şimdi tekrar biz öğretmenlere dönelim. Öğretmen olmak öyle kutsanacak bir iş değil. Esasında bir iş de değil! Duygudaşlık, yoldaşlık, beraber yazmak beraber okumak, beraber hayal etmek, beraber öğrenmek; birlikte meraklanmak gibi bir sürü şey öğretmen olmak. Şu günlerde, biraz da uzak olmak galiba. Herkeslerde bir telaş, herkeslerde bir özlem. Yarış atı bu sefer öğretmenler mi acaba? Evler okul olmuş, balkonlar teneffüs yeri. Ebeveynler patlamak üzere; çocuklar çıldırmak. Zor günler geçiriyoruz ama bir anlamda da çok değerli günler, gelecek iyi günlerin de habercisi belki. ‘Uzaktan’ diyoruz ya, belki de o kadar uzak değil! Belki de hiç olmadığımız kadar yakınlaşıyoruz öğrencilerimizle. Öğrencilerimden bazıları gibi mesela. Çevrimiçi de olsa belki daha iyi iletişim kuruyor, daha iyi tanıyoruz birbirimizi. Tabi bir de ulaşamadıklarımız var onlar da ayrı bir yazının konusu olsun.
Normal derslerde genellikle iletişim kurmaktan, dersleri takip etmekten uzak olanların bu süreçte daha çok yakınlaştıklarını hem gözlemliyor hem de hissediyorum. Verilen çalışmaları eksiksiz günü gününe yapan, gönderdiğimiz tüm mesajlara dönüş yapan ve hayretler içerisinde kalarak takip ettiğim, daha fazlasını isteyen çocuklar var.
Her yazışmada uzaktan da olsa yakınlaştığımı hissettiğim anlar yaşıyorum. Belki de okullar açılınca, öğrenciler daha bir hızla gelecekler okula daha özgüvenli daha meraklı, daha istekli bir şekilde. Teknolojiyi iyi ve doğru kullanmayı öğrenmiş olarak, arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle daha sağlam daha güzel ilişkiler kurma motivasyonuyla. Bu gerçekten heyecan verici bir duygu. O yüzden okulla açılınca öğrencilerim bana ben onlara daha yakın olmakla beraber, daha uzun bir hayal kurmak istiyorum.
Birçok platformda öğretmenlere ve öğrencilere yönelik içerikler, eğitimler, buluşmalar yapılıyor, yapılmaya çalışılıyor. Bütün öğrencilere ulaşma noktasında bazı sıkıntılar yaşansa da öğrencilerimizle irtibat kurduğumuz, meslektaşlarımızla görüşebildiğimiz, dertleştiğimiz, fikir alışverişi yapabileceğimiz ortamlar yaratmaya çalışıyoruz. Teknolojiyi yeniden keşfetmeye başladık; yeni deneyimler ediniyor, yeni kazanımlar katıyoruz hayatlarımıza hep beraber. Her zorluk beraberinde yeni mücadele alanları ortaya çıkarıyor. Duygusal bağlar, sosyal bağlar ve ağlar o kadar ihtiyaç haline geliyor ki, bunu paylaşacak bir yerler arıyoruz. Bu işleri akademik ya da bilimsel olarak açıklamak uzmanların işi belki ama gözlemlerim ve öğrencilerle uzaktan kurduğum iletişim sonucu aldığım dönütler bağlılığın daha da arttığını gösteriyor. Ya da en azından öyle olacağını ümit ediyorum. Hem öğretmenlerin mesleki bağlılıklarının hem öğrencilerin okula, derslere, arkadaşlarına, öğretmenlerine bağlılıklarının artığını rahatlıkla söyleyebilirim. Evde kalınan bu sürede yapılan faaliyetler ne kadar sıkıntılı olursa olsun, süreçte seslerini duymak, mesajlaşmak, beraber ders işlemek uzağı yakın eyledi. Evleri evimiz, okul yolu bekler gözlerimiz oldu pencere önlerinde. Sokaklar boş ama yine cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle daha coşkuyla dolacak. Umut etmek güzel şey beklemek umutlu olmak hep beraber olacağımız günlerin hayaliyle.
Peki neler yapılıyor bu süreçte? Hepsi evde, hepsi kendi elleriyle ve aileleriyle birlikte: Yazma etkinlikleri, sunumlar, deneyler, etkinlikler, soru çözümleri, kitap ve dergi okumaları, modelleme çalışmaları, aile ile oyunlar, bol bol sıkılma ve yeni bir şeyler denemeler… Kim bilir belki örgün eğitimden bile daha fazlası, daha etkilisi yapılıyordur. Tabii ben yine de fiziksel etkileşimin yerini alamayacağını düşünüyorum bu uzaktan eylemlerin. Peki bütün bunlar yapılırken bu etkileşimler duygusal etkileşim ihtiyaçlarını da karşılayabiliyor mu? Burada en önemli nokta öğrencilerin etkin bir şekilde tamamen işin içinde olmaları; kendileri üretiyor, kendileri yapıyor bir şeyleri. Bu da şüphesiz zihinsel becerilerini, düşünme becerilerini geliştirecektir. Tam bu noktada, kendi yaşadığım bir deneyimden bahsetmek istiyorum.
Normalde okulda sessiz, çoğu zaman katılım göstermeyen, kendi halinde olan öğrencilerimden bazıları verdiğim çalışmaları en önce ve eksiksiz yapıp gönderiyor; ödevi nasıl yaptıklarını heyecanla anlatıyor.
Hiçbir ödev yapmayan, bazen sınıf içinde sorunlar da çıkaran ve bir o kadar da zeki bir öğrencim, verilen soru çözümlerini hemen yapıp gayet ilgili bir şekilde verdiğim çalışmaları takip ederek tabir-i caizse aramızdaki mesafeyi kapatıyor. Uzakları yakın etti bile diyebilirim. Burada insan düşünmeden edemiyor; uzak mı yakın, yakın mı uzak? Kime göre neye göre? Bazı kavramların adı tadı değişiyor ve değişim devam edecek. Ancak duygusal birliktelik daha da kuvvetlenecek ve yakınlaşacak. Tarih bize söylüyor ya, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Olgular, olaylar, iletişim kanalları, kişiler her şey değişecek de duygularımızın yükselmesi, heyecanımız değişmeyecek diyebilir miyiz? Birçok soru var zihinlerimizde, yaşayıp göreceğiz bakalım.
Bizler, aileler, çocuklar hep beraber duygu yoğunluğu ile belki de işlerimizi sorumluluklarımızdan daha bir gayretle şevkle yapacak bir topluluk doğuracağız. Daha çok çalışıp bilime, sanata bağlanacağız. İnsan olmanın değer ve erdemlerini daha da somut ve içselleştirmiş olarak hayatımıza sokacağız. Bu değişimi biz öğretmenler büyük bir ağ örerek, yurdun dört bir yanına heybelerimizde ne varsa dağıtmaya başlayarak başlatacağız.
Son söz “En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan… En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.” diyordu ya Can Yücel; öğretmenler, veliler, yöneticiler olarak bizler de bu vesileyle birbirimizi daha iyi anlamaya başladık. Ve kim bilir bu uzaklık belki de bizi daha da yakınlaştırır. Sürç-ü lisan ettiysek affola.
Veysel Özdemir Hakkında
1983 yılında Konya’da doğdu. 2007 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fen Bilimleri Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl içerisinde Şanlıurfa Merkez Bağlarbaşı İlköğretim Okulu’nda göreve başladı. 2011 yılında Ankara’ya atandı. Halen Ankara Altındağ ilçesinde görev yapmaktadır. Ayrıca Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Eğitim Yönetimi ve Denetimi Bölümü’nde yüksek lisans yapmaktadır. Özdemir, 2015 yılında 12.si düzenlenen Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’na 5. sınıflarda uyguladığı “Araştırma Sorgulama Odaklı Bir Yaklaşım” çalışmasıyla katıldı.