Per, 08/29/2024 - 14:56 tarihinde ruzgar.enver@h… tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

Yazar: Enver Rüzgar, Türkçe Öğretmeni, Öğretmen Ağı Değişim Elçisi

5-9 Ağustos 2024’te, Adıyaman’da Vehbi Koç Vakfı'nın kurduğu konteyner kent olan Umut Kent’teydik. Koç Okullarından ve Öğretmen Ağı’ndan gönüllü arkadaşlarla beş gün boyunca konteyner kentin içinde yer alan Umut İlkokulunda, ilkokuldan liseye çeşitli kademelerdeki öğrencilerle faaliyetler yaptık, bir nevi yaz okulu. Geçen sene de bu tür faaliyetlerde gönüllü çalışan arkadaşlarımın yanı sıra benim gibi ilk defa böyle bir çalışmaya katılan arkadaşlarım da vardı. Bu arada zihninde “Konteyner mı?” sorusu belirenler için: Evet, insanlar ve çocuklar ve yaşlılar hâlâ konteyner evlerde kalıyor, 17 metrekarede, yazıyla “on yedi” ve bizler de burada, yaz okulunda çocuklarla beş gün geçirdik. Bu yazıyı en çok bir hatırlatma olsun diye yazıyorum. Hatırla: İnsanlar hâlâ konteyner evlerde. Hatırla: Burası onların hayatı. Hatırla: En çok sen hatırla ve unutma. 

Adıyaman’a nasıl gittim peki? Gülay Hocamların Hatay’daki UmutKent’e gittiğini sosyal medyadan görünce, Öğretmen Ağı Proje Sorumlusu Zeynep Alay’a mesaj atıp “Ben de gitmek istiyorum.” dedim. Zeynep sağ olsun ertesi gün arayıp Adıyaman’a gidecek bir ekip olduğunu ve benim de onlara katılmak isteyip istemediğimi sordu ve ben de kabul ettim. 

Yalanı yok, başta çok korktum. Depremden sonra buralara hiç gelmedim. Ne yaparsam yapayım içimde hep bir “zarar” verecekmişim hissi vardı. O yüzden hep uzaktan desteklemeye çalıştım. Buraya gelmekten korkmamın sebebi de oydu yine: Ya zarar verirsem, ya işe yaramazsam, ya iyi bir şey yapmaya çalışırken olumsuz bir iz bırakırsam, ya bu yaptığım şey çocukların ağzına bir parça bal çalmaksa sadece… 

Tüm bu endişeler içimi kemirirken Gülay Hocamı aradım. Bir yaz günü ikram edilen bir bardak buzlu su gibi geldi sözleri ve sakinledim. Ardından o sıra aynı projenin Hatay ayağında olan Sevgili Gülşah’ı aradım, sırtımda bir dost eli ile yola çıkmanın hoşluğuyla bezendim. 

Sonra işte Adıyaman’da beş gün, beş gece geçirdik ve bitti. 

İnsanlar ve hayatlar hâlâ konteyner evlerde olunca okul da konteyner yapılardan müteşekkil tabii. Maviye boyanmış Umut İlkokulunda gerçekleştirdik etkinliklerimizi. Burada haklarını teslim etmem lazım, Vehbi Koç Vakfı büyük bir emek vermiş, hem konteyner kente hem de okula. Çeşitli imkâna sahip bir okul bulduk karşımızda ve bu bizi çok mutlu etti, özellikle çocuklar adına. Tüm bu şartlar içinde okul, aynı zamanda çocuklar için en önemli sosyal alanlardan biri. Üstelik hepsi öyle istekli ki gözlerimiz parladı günlerce. 

Neler mi yaptık? Ekip öyle sağlamdı ki (Ağ’ın olduğu her yer gibi.) yaptıklarımızı burada sıralamaya kalksam yazı epey uzar. O yüzden kıssadan hisse ile gideceğim. Derdimiz, tasamız evvela çocuklardı tabii ki. Bizler nereye gidersek gidelim evvela ve her şeyden bağımsız olarak öğretmeniz. Ol sebep, çocuklara ne iyi gelecekse onu yapmaya çalıştık. Öğretmen Ağı’ndan Şengül Kesler, Gülay Bulut, Nesibe Mat ve Koç Okulları’ndan Ayşe Özge Demir hocalarım sınıf öğretmeni ve etkin olarak yıllardır çalışıyorlar. İlkokullar bizde, dediler ve inanılmaz güzel işler yaptılar; tanışma/ısınma oyunlarından sonra çocukların ihtiyaç ve taleplerini gözeterek tabii. Okuma atölyeleri, film atölyeleri, psikososyal destek atölyeleri… Dersler, etkinlikler, tekrarlar… Oynamalar, gülüşmeler, sarılmalar… Dayanamayıp bu sene birinci sınıflara başlayacak yavrucaklara bir atölye de ben yaptım, çok tatlı bir masal atölyesi oldu. 

Ortaokul ve az sayıda lise öğrencisiyle Öğretmen Ağı’ndan Merve Sarılı Kaya ve Fatma Dinçel hocalarımla biz ilgilenmeye çalıştık. Merve hocam İngilizce öğretmeni ve bir sürü materyalle gelmişti, tecrübeli ne de olsa geçen seneden. Öyle mutlu dersler geçirdiler ki çocuklarla, zaman zaman sınıfın kapısını çalıp onu dersten zorla çıkarmak zorunda kaldım, hem dinlenmek lazımdı hem bana da az iş kalsındı canım. Fatma hocam rehberlik öğretmeni ve psikososyal destek etkinliklerinden tutun da ısınma oyunlarına, tanışma/kaynaşma etkinliklerinden tutun da veli/ebeveyn buluşmalarına kadar pek çok çalışma yaptı. Ben yine ortaokulda masal atölyesi, çalışma kağıtlarıyla konu tekrarları, eğitsel oyunlar gibi etkinlikler yapmaya çalıştım. 

Velhasıl-ı kelam çocuklarla ders de yaptık atölye de. Kızdık da birbirimize güldük de. Naz da yaptık fedakarlık da. Halay da çektik zılgıt da.  Her şey karşılıklıydı, hem çocuklarda hem insanlarda hem saha çalışanı arkadaşlarda. Olması gerektiği gibi. Hayat buydu çünkü ve bu insanların, bu çocukların hayatı burası. Yerleri, evleri, okulları hep geçici ama hayat geçici değil ve buradaki insanlar bunu çok iyi idrak etmişler. Çocuklar “eve” gideceğim diyor mesela. Komşu abla çiçek ekmiş saksılara, “evin” önüne koymuş. İnsanlar fırına patlıcan, biber veriyor, döğmeç yapıyor. İnsanlar buradan geçmiyor yani, burada yaşıyor, burası onların memleketi.

Saha çalışanları ve onların arkadaşlarına ne demeli peki? Hepsi gözümüzün içine baktılar süreç boyunca, rahatımızı kendi rahatlarının önüne koydular, bir dediğimizi iki etmemekle kalmayıp demediklerimizi dahi yapma yoluna gittiler. Sosyal Hizmet Uzmanı Muhammet ki depremin ikinci gününden beri sahada, Psikolog Yusuf Emre ki kendi de depremzede ve ailesinden kaybettiği insanlar var, Koç Vakfı Temsilcisi Aylin, Umut İlkokulu Müdürü Mahir Hocam ve sahada biri sürü işe koşarken bizi hep düşünen Hivran, Birhat… Hepsi onca kıymet verdi ki kıymetimiz ağır geldi bize, yer yer taşıyamaz olduk.

Arkamızda kocaman bir ekip daha vardı üstelik: Öğretmen Ağı. Mesele ne olursa olsun bize bir telefon kadar yakın olan, saat fark etmeksizin bizleri dinleyen ve çözüm için uğraşan şahane bir ekip. İnsanın yola güvenle çıkması, sorun her ne olursa olsun çözüleceğini bilerek devam etmesi kadar güzel bir şey var mı? Ağ’dan çıkıp çıkıp gelenler var hatta: Sevgili Canan, Sevgili Sevgi… Var olsunlar, çok mutlu ettiler.

Geldiğimiz ilk akşamdan başlayarak her akşam “evlerin” arasındaki yola masa kurduk ve etrafında yuvalandık. Her akşam günün değerlendirmesini muhakkak yaptık, havadan sudan konuştuk ve elbette acıdan. Geldiğim ilk akşam, açlığımı bir parça bastırsın diye Merve’nin getirdiği kurabiyeleri yerken elinde kavun karpuz tabaklarıyla Muhammet çıkageldi karşı evden. Sonra yemekler geldi, çaylar yapıldı… Ortamdaki dayanışma ruhu o kadar yüksekti ki bir çember kurma fikri geçti içimden ve bir hikâye gecesi yapmaya niyet koydum. Haftanın ortasında, çarşamba akşamında sokağımız “Siyabend” diye çınladı. Şifa niyetiyle hikâyeye başlayıp sözün gücüyle ve bir zamanlık da olsa uzaklaştık olduğumuz yerden, iyi olma halimizi de gözetmek lazımdı zira. 

Sonra komşularımız… Çaya, kahveye davet ettiler; yemeğe buyur ettiler; tabaklarla yemekler gönderdiler… “Siz gelince sokağımıza neşe geldi, sesinizi ve varlığınızı duymak çok güzel oldu.” dediler, bizi iyice mahcup ettiler. Bir çay içimi uğradığımız komşu abla, depremden önce evinde yetiştirdiği çiçeklerinden söz etti. Kılıç çiçeği varmış, iki koluyla saramayacağımız kadar geniş ve boyumuzu aşan bir uzunluktaymış. Deprem olunca eve girememiş uzun süre ve hepsi kurumuş. Ama olsunmuş, o buradaki “evin” kapısının önünde yeni çiçekler yetiştirmeye başlamış. Dilersek kökünden alıp bize de birkaç dal verebilirmiş. Daha ne olsundu umut adına… Öyle içten gülüyor ki bunları söylerken… Üstelik bize bir şeyler ikram ettiği için çok mutlu ve çay tabakları bembeyaz, lekesiz, duru… Çayı lezzetli, çekirdeği taze, umudu diri… Hayat ne sihirli, diye düşünüyorum o an. 

Ve biz… Sevap işler gibi değil, yardım eder gibi değil hayat gibi buralarda olmalıyız. Evet hâlâ ve evet, biz geçiciyiz. Bir gece vakti sokaklarda yürürken “Sıyrılıp Gelen” dinliyoruz Gülay hocamla mesela, zihnimize kazıyoruz o anı, kalbimize nakşediyoruz ve sıyrılıp geçiyoruz buralardan.

Sıyrılıp geçtiğimiz her yerde Gülay Hocam soruyor tüm naifliği ile: Dönüşte bizden istediğiniz bir şey var mı, ne yapabiliriz sizin için? Cevap ortak ve net: Lütfen buraları hatırlatın, her şey normale döndü zannediyor herkes ama öyle değil, görüyorsunuz işte halimizi ki bu konteyner kent en iyisi. Susuyoruz, anlıyoruz, hatırlıyoruz elbet ve hatırlatmak için söz veriyoruz. 

Neyle ayrılıyorum, bilmiyorum. Sanırım en çok gülüşlerle, gün batımında bisiklet süren çocuk siluetleriyle ve komşu ablanın çay tabağının o parlak beyazlığıyla, kapı önü çiçekleriyle, umuduyla…  Çünkü burası, bu konteyner, bu 17 metrekare onun evi ve çay bardakları, tabakları hep tertemiz olmalı. Ev temiz olmalı, misafir ağırlanmalı… Hayat böyle çünkü ve hayat hâlâ burada. Hatırlamalı ve hatırlatmalı, normale dönmedi hayat ama burada çok canlı!

Bu proje için el veren, emek sunan, gönlünü ortaya koyan herkese çok teşekkür ederim. Ayrılırken dedik ki “Seneye de gelmek nasip olsun ama sırf canımız istediği için gelelim, ihtiyaçlar hâlâ sürdüğü için değil.” Temennimiz, arzumuz ve umudumuz iyilikten güzelden yana, dilerim hep öyle olsun.