“Pandemik Öğretmen” Olmak
Yazar: Gizem Ok Uluçay
10 Mart 2020. 38 yaşıma girdim. Üflediğim pasta en sevdiğimden, güzel çiçekler, notlar, dilekler. Masam dolu kitap, çekmecemde notlar, ajandam ise gelecek hafta sonlarının, hafta içi toplantılarının programlarıyla dolu. Bir yığın güzel iş bizi beklemekte…
Üç gün sonra apar topar her yeri topluyoruz, bir süreliğine. Ne kadar süre? Az canım, döneceğiz. Bir yığın iş var, dedim ya. Söyleşiler, geziler, konferanslar, sınavlar, sorular, projeler, planlar, toplantılar, daha neler neler…
Gelgelelim o tarihten itibaren on hafta geçti. Okul bıraktığımız gibi kaldı da her evde neler yaşandı kim bilir. Yeni düzene alışma süreci, kaygılar, gündemi takip etme telaşı ve belirsizliğe karşı tahammül gücünü yüksekte tutma becerisi ile sağımızı solumuzu kaplayan dijital bir dünyanın en ortasında bulduk kendimizi ve bazen en ortada olmak çaresiz hissettirir insana kendisini.
Meslektaşlarımla birlikte bu sürece tanıklık ederken anladık ki temas halindeyken öğrenmeye teşvik ettiğimiz ve öğrenme cesareti vermeye çalıştığımız çocuklarımızla bu yeni dünya düzeninde neler yapabileceğimizi hiçbirimiz bilmiyoruz. Zamanın gerekliliğine göre yeniden yapılanmak durumundaydık. Hepimiz, yeniden, yeni düzenin öğrencileri olmuştuk. Şartlar eşitlenmişti. Aslında hepimizin yeniden öğrenci olduğu bir zamanın merceğinde bulduk kendimizi.
Mesleğin itibarını sahada yükseltmek adına çalışmalar yaparken, herkesin kendi itibarını koruması gereken bir sürecin de içine düştük. Yıllarca sınıf kapısından okul bahçesine yönlendirilen veliler öğretmen yeterliliklerini, kendi çocuklarının sınıftaki diğer çocuklara göre ne durumda olduğunu ve diğer çocukların sınıf içinde neler yaptığını görme arzularını gidermek amacıyla dijital dünyada öğrenci sandalyelerinin yanında “görünmezlik iksirini” kameranın bakış açısı ile biraz oynama yaparak elde etti. Zaman geçtikçe onlar da rahatladı ama neyi, nasıl ve ne zaman yapacağımızın net olmadığı zamanlarda bu süreci yönetme becerimiz tam da belirsizliğe karşı tahammül ölçütlerimiz ile doğru orantılıydı. Bazı zamanlar ne kadar sıkıntılı olduğumuzu açığa vurmak da gücümüzü zedeleyecek gibi hissettirdi. Dijital çember genişledikçe yaşam alanımız daraldı.
Bu süreçte öğrencilerine ulaşma imkanlarını yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak bulan çok meslektaşım oldu. Dünya tarihinin en üzüntülü, en belirsiz dönemlerinden birini yaşarken ve böyle bir sorunla eş zamanlı olarak savaşırken, öğretmen kimliğim ile etkileşim sağlayabileceğim kaynakları en verimli haliyle kullanmak ve eyleme geçmek benim sorumluluğum. Masayı veya dolap kapağını tahta, evdeki malzemeleri ise sınıf eşyası yapan, sosyal mesafesini koruyarak camdan el sallayabilme ümidiyle adres arayan, karşısında çocuk şaşkınlığını hayal ederek anlatım yaptığı için alay konusu edilen veya gömlek altı eşofman görselleri ile mizah konusu olan yine benim meslektaşlarım.
Çevrim içi dersleri düzenli bir şekilde yapabilen ve öğrencileriyle düzenli görüşebilen öğretmen grubuna dahil olan biri olarak söyleyebilirim ki süreci sürdürülebilir kılmak en az süreci işler şekilde tasarlamak kadar önemli. Bunun için kolektif akıl ürünü pek çok yeni yaratıcı fikir merak duygusundan yola çıkarak gün yüzüne çıkıyor. Öğrenmeden öğretemeyeceğim gibi, öğrencilerim olmadan da öğrenemeyeceğimin farkındayım. Her birinin sahip olduğu potansiyele başlangıç enerjisi vererek olanı ateşlemek benim işim. Bunun için kim, neden, nasıl hoşlanarak öğrenir ve kendi öğrenme yolculuğunu yılmadan devam ettirir diye düşünmek iyi bir gözlem gücü ve takip istiyor.
Bu süreç hepimiz için teknolojik bir sınav olma konusunda da başı çekiyor. Öğretmenlerin hem içerik üretirken kullandıkları yöntem ve teknikler hem de doğru araca karar verebilmesi, öğrencilerin ise görüşmelere güvenilir kaynaklarla, kesintisiz girebilme hali yani “teknolojik stres” yaşama durumu onların öğrenme durumlarını etkiliyor.
Bu süreçte bazı günler nasıl akşam oldu belli değil. Zamansız çalıştık. Bu ortamda dahi öğrencilerin bağımsız davranmalarını sağlayan ilerici öğretmenler olma ilkesi oldu bizim çıkış noktamız. Kafamızın bu düşüncelerle dolu olması bedenimize büyük baskı yaptı. Okulda yoğun bir koşturmacanın içindeyken ve hareketli bir dünyaya sahipken, ekran karşısında süren uzun toplantılar ile yemek masasının iskemlesi batar oldu her yanımıza.
Uzunca bir süreyi atlattık belli ki ve kendimize bir sistem oluşturduk, uyum sağladık. Belki de pandemi dönemini Türkiye’deki en belirgin meslek dayanışması olarak anacağız. Hesapsız kitapsız dayanışma ve özveri ruhu. Böylelikle fikirlerin nasıl çeşitlendiğini, yalnızlıkların yok olduğunu, hayallerin güzelleştiğini görmüş olacağız.
Yıllarca sürecek bir işbirliği ruhunun tohumları yakın gelecekte yeşerecek. O zaman şimdi doya doya yaşayamadığımız bahar hiç yaşamadığımız kadar uzun olacak.
Bu yazının orijinali, 20 Mayıs 2020'de şu adreste yayınlanmıştır: https://medium.com
Gizem Ok Uluçay Hakkında
1982 yılında İstanbul’da doğdu. Uludağ Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi. Ardından Harvard University Graduate School of Education-Differentiating Instruction: Strategies for Effective Classroom Practice programını ve Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Livcon Student Coach Training Programı ile öğrenci koçudur ve halen sınıf öğretmeni olarak çalışmaktadır.