Milyonlarca Yürek Tek Bir Soru: “Atanabilecek miyiz?”
Eğitim fakültesine başladığım ilk gün “kimler gerçekten öğretmen olmak istiyor?” diye bir soru geldi bölüm başkanımızdan. Yanlış yerde miyiz, diye herkes birbirine bakıyordu; hayır, doğru yerdeydik; eğitim fakültesinde, yani öğretmen olmak isteyenlerin bulunduğu fakültede. Herkesin yüzünde aynı şaşkınlık, aynı belirsizlik vardı. Derken, belirsizliğin yerini “Ben aslında öğretmen olmak istiyorum.” diye başlayan, “ama”larla biten cümleler aldı. Herkes, öğretmen olmak istiyordu biraz da olsa, o yüzden eğitim fakültesine gelmişti, ama gelirken öğretmen olmakla ilgili kaygısını da yanında getirmeyi unutmamıştı. Kiminin anne-baba mesleğiydi, kiminin ailesi çok istemişti öğretmen olmasını, kimileri rahat meslek demişti, üç ay tatili vardı sonuçta, hafta sonları da tatildi, daha ne olsundu. Her şeyin ötesinde herkesin öğretmen olma isteğiyle ilgili bir ama’sı vardı. Hepimiz istiyorduk,ama bir kadar da korkuyorduk. Acaba atanabilecek miydik? Hadi atandık diyelim; ya ıssız bir yere atanırsak, internetin çekmediği bir köyde öğretmenlik yapmak zorunda kalırsak?! Sorular çoğaldıkça çoğalıyordu.
Üç yılı aşkın süredir eğitim fakültesinde öğretmen olma potansiyeli çok yüksek insanlar tanıdım, tanıdığım her insanda aynı korkuyu gördüm. Öğretmenliğin çok dar kalıplar etrafında şekillendirilmesi, öğretmenin başarısının KPSS’den aldığı puan ve atanması olarak görülmesi; eğitim fakültelerindeki öğrencilerde birinci sınıftan itibaren kaygı yaratıp potansiyeli, ister istemez, köreltiyor. “Daha iyi bir öğretmen olmak için hangi yeteneklere sahip olmalıyım?”, “Hangi becerilerimi geliştirmeliyim?” gibi soruları düşünmemiz gerekirken “Atanamazsam, ne iş yaparım?” sorusu gündemimizi belirliyor. Kafaların karışık olduğu bu ortama bir de eğitim fakültesinde okumayıp formasyon alarak öğretmen olmaya çalışanlar dahil olunca, sesimiz yükselerek çoğalıyor. Bu kadar insan nasıl atanacak? Bu kadar öğretmen ihtiyacı var mı? Her yıl binlerce farklı insan öğretmen sıfatıyla eğitim sistemine katılırken eğitimin çıktıları, öğrenci profilleri, öğretme yöntemleri pek değişmiyor. Neden her sene gündemimizi, sınavlarımızı aynı sorular oluşturuyor? Çünkü eğitim fakültesinden başlayıp öğretmen olana kadar bize sorulan sorular değişmiyor. Aynı sorulara farklı cevaplar aramaya çalışıyoruz ve bize farklı sorular sorulmasını umuyoruz.
Eğitimle ilgili sormamız gereken o kadar çok soru varken atanmaya kilitlenip kalmak biraz tuhaf geliyor. “Yeni ufuklar açan bir öğretmen olabilecek miyim?”, “Eğitim sistemine nasıl bir katkım olacak, nasıl bir farkındalık yaratacağım?” … Aklımız bu sorularla meşgul edilsin istiyorum, bize biraz cesaret lazım; eğitimde yaratmak istediğimiz değişimin sorulması lazım; çünkü sorular değiştikçe, bakış açımız değişecek; bakış açımız değiştikçe, yeni ufuklar aralanacak. Belki dünya bir anda daha güzel bir yer olmayacak, belki birçok soru cevapsız kalacak; ama en azından bunun için mücadele edeceğiz, kalıplardan kurtulmak üzere bir adım atmış olacağız. Dönüşümü eğitim fakültelerinden başlatırsak, henüz işin mutfağındayken eğitime dair sorular sorup ,çözüme kavuşturmaya çalışırsak eğitimin çıktılarını değiştirebileceğimize inanıyorum.
18 yaşında eğitim fakültesine başlayan, geleceğe dair umut dolu, henüz yolun başındaki bir öğretmen adayı ile öğretmenliğin zorlu yollarından geçmeyi başarmış ve yaşadığı deneyimleri aktarmaya hazır öğretmenler buluşsa nasıl olurdu? Muhteşem, dediğinizi duyar gibiyim.
Böyle bir fırsatı yakalamış eğitim fakültesi öğrencisi olarak, farklı mesleki deneyimler yaşamış olan öğretmenlerle Öğretmen Ağı sayesinde bir araya geldim. Farklı disiplinlerden, farklı yaş gruplarından, farklı illerden gelmiş öğretmenlerle hem eğitim üzerine soru işaretlerimi gidermeye çalıştım hem de onların geçtiği yollardan nasıl bir vizyonla geçtiklerine, sınıflarında, okullarında nasıl farklılıklar yarattıklarına dair hikayeler dinledim. Bu deneyim paylaşımının ne kadar önemli olduğunun farkına varmakla beraber, eğitim fakültesinde derslerde anlatılmayan bu çok önemli hikayeleri, öğretmenlerin ağzından duymak geleceği öngörmek açısından çok yararlı oldu. Bu paylaşımlar, aklımdaki birçok soruya cevap bulurken yerlerine yeni, yaratıcı sorular ekledi. Eğitim fakültesinde yeterince deneyim biriktirmeye yönelik bir sistem yok; teorik dersler ve son yıl yaptığımız staj yetersiz kalıyor. Sahaya inmemiz hem çok geç hem çok kısa süreli olunca, kendi çabalarımızla bir şeyler yapmadığımız taktirde, eğitim fakültesinden mezun olduğumuzda, tabiri caizse, sudan çıkmış balık gibi oluyoruz. Deneyimsiz ve edindiğimiz bilgileri nerede kullanacağımızı bilmeden, henüz kendimiz tam öğrenmeden öğretmenliğe başlıyoruz.
Henüz eğitim fakültesindeyken sahada onlarca deneyimi olan öğretmenlerle buluşmak; hem onların deneyimlerinden faydalanıp hem onları eğitim fakültesindeki yıllarına götürerek neleri farklı yapacaklarını birlikte sorgulamak, edindiğim en güzel bilgi birikimlerindendi. Karşımızda eleştirel düşünebilen, yeni şeyler keşfetme arzusunda olan, meraklı ve sorgulayan öğrenci modelleri görmek istiyorsak; bu dönüşüme eğitim fakültesindeki öğrencilerle başlamalı, onlara kendilerini keşfedebildikleri alan açmalı, daha çok deneyim sunmalıyız. Bunu yaparken, sahip oldukları değerli birikimi fark edip paylaşarak ufuk açacak öğretmenlerle bir araya gelmenin, eğitim fakültesi öğrencileri üzerindeki etkisi paha biçilemez. Hele ki bu paylaşım sırasında o öğretmenler, eğitim fakültesindeki yeni gelişmeleri de takip etme şansı yakalıyorsa.. Öğretmen Ağı’nda başlayan bu değişimi sürdürmek bizim elimizde.
Yazar Meral Turan hakkında:
Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi bölümü 4.sınıf öğrencisi. 2 seneden beri gönüllü olarak zihinsel engelli gençlere bilgisayar öğretiyor. YTÜ Sosyal Sorumluluk Kulübü’nde, proje koordinatörlüğü yaptı. Çeşitli alanlarda gönüllü deneyimler elde etmeyi seviyor. Gelecekte bilişim teknolojilerini kullanarak engelli eğitimi alanında çalışmalar yapmak istiyor.