İçindeki Sese Kulak Ver
Yazar: Sinem Amaş
Belki çok klişe olacak ama çocukken en çok duyduğum cümleydi. Bazen gülerek bazen de ne kadar yıldırdıysam artık hafif serzenişle başlar ama illa ki tatlıya bağlanırdı. Her gün en az bir kere duyardım çünkü gerçekten sürekli icat çıkartırdım.
O zamanlar renkli tebeşirler, ahşap maket setleri, oyun hamurları, killer, deney seti, bilim seti vs. yoktu. Kiremit vardı mesela yere seksek çizebildiğin, iki taşın arasında ezip suya katıp boyaya çevirdiğin. Çamur vardı, bolca çamur. Tabaklar, fincanlar yapıp ince bir çubukla üzerine desen çizip güneşte kurutunca, evcilik oyunlarının şahane çay takımlarına dönüşen. Oyun hamuru yoktu ama cam macunu vardı. Ahşap pencerelerin tamirinden kaldıysa ve bir de oynamaya izin çıktıysa… macundan takma tırnaklar yapılırdı mesela, ya da takma burunlar.
Oyun çoktu, oyuncak yoktu ama oynamak için oyuncağa çevirebileceğin yığınla şey vardı. En kıymetlim babamın tamir malzemeleri çekmecesiydi. Aklıma getirince içimi yine bin bir heyecanla kaplayan, hayalleri uyandıran, hazine sandığı gibi bir çekmece. Benim babam hiç engellemedi beni, mesela “Elini keser, bir yerine batar, elleme, dokunma.” demedi. Sadece usul usul “Dikkat et kızım.” dedi. Zaman zaman elime battı ama battıkça öğrendim neye dokunmayacağımı. Annem dağıtma demedi ama işin bitince topla dedi. O çekmecedeki çeşit çeşit dübel, vida, zımpara…. çeşit aletle dünyanın icadını yaptım ben. Hep icat çıkardım. Okulda öğretmenlerimi, mahallede arkadaşlarımı, annemi, babamı şaşırttım. Bilim setim olmadı hiç ama kaldırınca solucanlar fırlayan kocaman taşların olduğu yeşil alanlarım oldu. Halkalı solucanla o taşlardan birinin altında tanışmıştım, hiç unutmam. Bir sürü hayvan vardı, ot vardı, çiçek vardı. Böyle zengin bir ortamda beni cesaretlendiren, üretmeye iten annem, babam, öğretmenim vardı. Biz başından sonuna kendi kendimize tasarladığımız, kostümünden dekoruna kendimiz yaptığımız programları sunan çocuklardık.
O zamanlar kafam hep türlü icatlar bazen de olmayacak işler peşindeydi. Eskiden böcek profesörüydüm ben. Çiçek kokularına hangi böceğin ne tepki verdiğini haftalarca araştırıp, gözlemleyip kendime bu adı takmıştım. Eski kazakları sökerek topladığım iplerle ilk perma saçlı bez bebeği yapmıştım. Sırrımı kimselere söylemedim ta ki öğretmenim annemi okula çağırıp sorana kadar. “Aaa, hırkalarımı söküp yapmış!” dediğinde kenardan hınzır hınzır gülüyordum. Öğretmenim, bu çocuk çok yaratıcı dediğinde önce yaramaz gibi bir şey diyor sanmış sonra yüzüne bakınca iyi bir şey olduğunu anlamıştım. Kısacası icat çıkarmak için hiç korkmadım. Beni bu cesarete hem şartlar hem de çevremdekiler ulaştırdı. Büyüdüm. İçimdeki merak, tutkular azalmadı ama roller, toplum baskısı, dayatılan kalıplar beni çok değiştirdi demek isterdim. Ama diyemem. Bir geçiş dönemi yaşadığım, sallandığım, içimdeki “Hadi bir icat çıkar.” sesini duyamadığım zamanlar oldu. “Yapamazsın”cılar, “Bu da nereden çıktı böyle?”ciler, göz süzücüler, dudak bükücüler, ne bu özgüvenciler cesaretimi kırdı ama özüme geri döndüm. Çünkü bu ses benim içimde doğduğumdan beri var. O nedenle şimdi bazılarının delice diye niteleyebildiği icatlarım var.
Öğrencilerim masal kahramanı olacaksa kusur kalamam. Ben de Yakari olur okumla yayımla okula gelirim. Hep de oyun oynatıyor diyenlere karşı şarkılarla matematik öğretmeye, oyunlarla kolaylaştırmaya devam ederim.
Yaratıcılığımızın en yüksek olduğu zamanlar hayat deneyimimizin, yaşımızın en minimum olduğu zamanlar. Büyüdükçe, yaş aldıkça toplum baskısıyla, ne derler korkusuyla maalesef hep kendimizi frenliyoruz. Korkusuzca icat çıkartan çocuklar, öğrenciler yetiştirmek için, içlerindekini görmesine fırsat yaratmak, cesaret tohumlarını atmak gerekir. Yaratıcı özgüvenlerini inşa etmelerine yardımcı olmak için duymayı öğretmek gerekir. İçindeki sese kulak ver. Korkma, susturma, o sana doğru yolu gösterecek.
Yıllar önce hayalim çok başka bir meslekti. Şartlar, beni eğitim fakültesine götürdü. Lise müdürümün sonuçlarımıza baktığı gün “Sınıf öğretmeni mi? Okulu bitirince gelirsin seni etüt öğretmeni falan yaparız.” dediği günden yıllar geçti. “İki yıllık mı o okul, dört yıllık mı?” diyenlere anlatmak için verdiğim çabamı hatırlayınca gülümsüyorum. İşte bunlar az önce bahsettiğim, sallandığım, savrulduğum yıllar. Sonra öğrencilerle ilk karşılaşma ve ilk sahneye çıkışım var. Tekrar duymaya başladığım sahne. Konservatuar sahnesine çıkamasam da tutkulu bir sahneye dönüştürdüğüm çocuklar sayesinde yeniden içimdeki sesi duymaya başladığım bir mesleğim var. Burası benim sahnem. Kalıpları kırdığım, kalıpçılarla savaştığım sahnem.
Sinem Amaş Hakkında
1978 Bandırma doğumlu. Üniversite için geldiği Edirne’den memleketine geri dönemeyip Trakya’nın büyüsüne kapılanlardan. Öğretmen Ağı Değişim Elçisi ve Sınıf Öğretmeni. Öğretmen Ağı 1 Kitap Milyonlarca Hayat ve Eğitimde Oyunlaştırma Topluluklarının moderatörlerinden. Çocukluğundan beri yeni icatlar çıkarmak ve üretmekten keyif alan Sinem hikayeleştirme, eğitimde oyunlaştırma, müzikle matematik öğretimi alanlarında çalışmalar yapmaktadır. Oyunlaştırılmış ders tasarımı ve planları üzerine basım aşamasında olan bir kitabın yazarları arasındadır.
Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.