Hala Yapılabilecek Bir Şeyler Var: Matematik Öğretimi Topluluğu Deneyimi
Yazar: Gülgün Yasemin Demirci, Matematik Öğretmeni
Ülkemizde öğretmen olmak, anne olmak gibi, el yordamıyla şekilleniyor. Bu yazıda 26 yıllık bir matematik öğretmeni olarak nasıl bu tespite ulaştığımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Bir gün e-posta kutuma gelen “Her ne ise birlikte inşa edelim!” başlıklı Öğretmen Ağı çağrı metni ile topluluğumuzu bir araya getiren Yeliz Hoca ile tanıştım. Aslında pandemiden yeni çıkmış, meslekte de yıllarını geçirmiş biri olarak kendimi bir şeylerin içine girmekte engellediğim bir zaman dilimiydi. Çalışma uzun soluklu olacaktı, durdum ve düşündüm. Uzun soluklu olması benim için bir yandan korkutucu, bir yandan da çekici bir şeydi çünkü yıllarca katıldığım kısa soluklu mesleki gelişim eğitimlerinden farklı görünüyordu. Uzun soluklu bir çalışmayı daha önce Öğretmen Ağı çatısında bir kez daha yaşamıştım ve bana hem keyif hem de meslekte derinleşme şansı vermişti. Bu çalışma da matematikle ilgili derinleşebileceğim bir alanı bana tekrar açabilirdi. Sonra, içimdeki öğrenme merakına yenik düştüm ve çalışmaya katıldım.
Topluluğumuzda Stigler ve Hiebert’ın “The Teaching Gap” adlı kitabı eşliğinde yaptığımız tartışmalar ile birlikte kafamda oluşan sorulara cevaplar aramaya başladım. Kitapta, “öğretmek kültüreldir” diyordu. Yani siz öğretmenliğinizi kültürel olarak sizi eğitenlerden miras alıyorsunuz ve öğretmenliğe başladıktan sonra da sizi çevreleyen öğretim kültürünün dışına çıkmanız ise hep kendi farkındalık ve çabalarınızla oluyor. O zaman, bir matematik bölümü mezunu olarak ben nasıl öğretmen olmuştum? Bugünkü öğretmenliğime nelerin etkisi olmuştu? Kültürel kodlarımızdaki öğrenme ve öğretme benim öğretmenliğimde nasıl hayat bulmuştu? Bu sorular beni öğretmenliğe başlamadan önceki ve öğretmenliğe başladığım dönemdeki yaşadıklarıma götürdü. Döndüm, kendime bir kez daha baktım ve yaşadığım ortamın benim öğretmenliğimi nasıl etkilediğini anlamaya çalıştım.
Ders kitabı gibi kaynakların rolü
Öncelikle gördüklerimle, yaşadıklarımla, hissettiklerimle, sudan çıkmış bir balık gibi başlamıştım matematik öğretmenliğine. İşini iyi yapanlardan esinlenme, örnek alma, öğrendiğim ve iyi giden şeyleri paylaşma duygusu, araştırmadan keyif alma, öğrencilerde matematiğe karşı farkındalık yaratma, düşünmelerini sağlama ve işini iyi yapma isteği yıllar içinde artarak devam etti. Bunun için her öğretmen gibi benim de kaynaklara ihtiyacım vardı. Yani öğretmenliğimi geliştirirken kaynaklar bana yol gösterebilir, benim daha bilinçli bir şekilde öğrencilerimi desteklememe yardımcı olabilirdi. Öğretmenler olarak kaynaklar elimiz, kolumuz oluyor. Bizim öğretim yöntemlerimizi bile etkiliyor. Örneğin, işlemlerle dolu bir kitapla siz de dersinizi bu yönde işleyip matematiği sadece işlemlerden ibaret, rutine dönüşmüş, devamlı pratik yapılan bir prosedürler zinciri haline getirebiliyorsunuz. Oysa ki kitaplarımız öğrencilerin işlenen matematik kazanımı hakkında daha derinleştiği, fikir yürütebildiği kendi yöntemlerini kullanmalarına alan açan bir şekilde etkinliklerle bezeli olsa öğrenciler de matematikte gördüklerini anlamlandırır, matematiğin doğasını daha iyi anlarlardı. Bu bilinçle elimdeki kaynaklarla hiç yetinemedim. Fakat tüm bu arayışıma rağmen de bizleri deneme-yanılma, “iyi gidiyorsa devam et, yoksa değiştir” durumundan kurtaracak çerçevesi çizilmiş, bütün matematik öğretmenlerinin geliştirmeye ve üzerinde düşünüp, tartışmaya devam ettiği ve bunun yaygınlaştırılmasında etken olduğu, hem kendi mesleki gelişimine destek olacak hem de bir öğrencinin matematik eğitimi boyunca göreceği matematiğe geniş bir perspektiften bakabildiği bütüncül bir kaynağa da hiç rastlamadım.
Müfredatın rolü
Peki müfredat bana bu konuda yol gösterebilir miydi? Öğretmenliğe başladığımdan bu yana defalarca matematik müfredatı değişti. Bu müfredatı anlamak ve anlamlandırarak öğrencilerle paylaşmak sadece öğretmenin inisiyatifine bırakıldı. Ben her müfredat değiştiğinde onu açıp okuyan, hatta müfredatlar arası karşılaştırma çalışması bile yapmış bir öğretmenim. Fakat müfredatı hayatımda öğretim yöntemleri konusunda bana yol gösterecek bir çıpa olarak hiç göremedim. Şimdi topluluğumuzda arkadaşlarımla birlikte konuşup tartışırken neden müfredatın bana öğretmenliğimi geliştirmek konusunda yeterince yol göstermediğini daha iyi anlıyorum. Topluluğumuzca ulaştığımız sonuca Karabey ve arkadaşları da (2019) çalışmalarında ulaşmışlar:
Şen (2017) programları program felsefesi açısından incelendiğinde, programın felsefi duruşunu ortaya koyan “Her çocuk matematiği öğrenebilir” ifadesinin net olarak sadece 2009 yılı programında bulunduğunu, 2013 ve 2017 programlarına ait felsefenin net ortaya konulamadığı sonucuna ulaşmıştır. Programların felsefelerinin tam olarak belirtilmemesinin, program hedefleri, içeriğin öğretimi ve ölçme değerlendirme arasında öğretmenler açısından bağlamsal bir ilişki kurulmasını zorlaştırdığını belirtmektedir (s. 1761).
Müfredatlar bu desteği sağlamadığı gibi, sürekli gelen değişiklikler benimsediğimiz öğretim yaklaşımlarını da sürekli değiştirmemizi gerektirdiği için bizleri de sınıflarımızdaki rastgelelikten kurtaramadı. Öğrendiğimizin ve uyguladığımızın dışında gelişen bir müfredata eklenmemiz beklendi. Bazı konular müfredattan kaldırıldı bazıları da seviyeler içinde yer değiştirdi durdu. Matematiğe bütüncül yaklaşan, müfredattaki değişikliklerin uzun soluklu tartışıldığı, konuyu işlemenin bir öğretmenin insiyatifine ve vicdanına bırakılmadan ortaya konulan bir eğitim politikamız bugüne kadar olmadı.
Meslektaş dayanışması, paylaşımı ve birlikte üretmek
Zaman içerisinde, kaynaklar size yetmediğinde meslektaşlarınızla yaptığınız ya da yapmayı çok istediğiniz paylaşımların da çok kıymetli olduğunu anlıyorsunuz. Şimdi topluluğumuzla birlikte okuduğumuz “Öğretim Açığı” kitabında dünyanın öbür ucundaki Japonya’da öğretmenlerin nasıl işbirliği içinde ders planı yaptıklarını okuyup, yaptıkları planları sınıflarında nasıl uyguladıklarını gördükçe, ben de yaptığımız ders planları ile karşılaştırma fırsatı buluyor ve bizi rastgelelikden kurtaracak önemli yönlerin farkına varıyorum. Japon öğretmenlerin topluca ders planlarını hazırlarken belli bir öğretim yaklaşımında uzlaşmış olmaları ve yılda iki üç plan ile belli öğrenme alanında derinleşmeleri ile bu ortamlar onlara hem üretim yapmaları, hem de geri bildirim almalarıyla çalışmalarını ilerletmelerini sağlıyor. (Ders İmecesi denilen bu model hakkında daha ayrıntılı bilgiyi topluluk arkadaşlarımdan Hülya Kırmızıtoprak’ın yazısında bulabilirsiniz)
Peki, bizim ülkemizde böyle sürdürülebilir öğretmen işbirliği, çalışma modelleri var mı? Tabii ki vardır. Fakat günümüzde genel geçer uygulamalarda ülkemizde öğretmenlik bireysel bir iş gibi görünüyor ve okul zümrelerinin toplantıları genellikle öğretmenlerin birbirlerine “ünitede hangi konuda” olduklarını paylaştıkları prosedürel bir çalışma olarak yürütülüyor. Öğrenci öğrenmesi hakkında derinleşen uygulamalar varsa da görünür halde değil. Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda günlük planları zümre arkadaşlarımla hazırlar, üzerinde konuşur, diğer zümrelerle işbirliği içinde konularımızın önceliklerine karar verirdik. Bu dayanışma kültürünü deneyimleyen öğretmen topluluklarının bunları paylaşması önemli görünüyor.
Öğretmen Ağı Matematik Öğretimi topluluğu deneyimim
Günümüzde önceki bölümde bahsettiğim türde meslektaş dayanışmasına ulaşmak ya öğretmenin kendi istek ve çabalarıyla ya da çalıştığınız eğitim kurumunun vizyonu ile mümkün oluyor. Ben de bu konuda motive bir öğretmen olarak Öğretmen Ağı içinde çalışmalarıma devam ediyorum. Özellikle Matematik Öğretimi topluluğu olarak Nisan 2022’den beri mesleğime ayna tutmamı, kendi öğretmenlik felsefemi daha iyi ayırt etmemi ve kendi gelişimim için bir yol çizmemi sağlayan birçok etkinlik yaptık. Özellikle topluluğumuzda okuduğumuz kitap ve tartışmalarımız sayesinde bugüne kadar icra ettiğim mesleğimi değerlendirmek için bir çok fırsat buluyorum. Örneğin, okuduğumuz kitabın altıncı bölümünde ABD’li ve Japon öğretmenlerin matematiğin doğasına bakışını okuduğumda mesleğe ilk başladığım yıldan bu yana kısmen ABD’li öğretmenler gibi, kısmen de Japon öğretmenler gibi davrandığımı fark ettim. Matematiği bir bütün olarak görmem, öğrencilerimle öğrendikleri bir matematik konusu hakkında düşüncelerini ortaya çıkaran ve farkındalık kazanmalarına destek olacak konuşmaları yapmak gerekiyor diye düşünmem yıllar içinde hiç değişmedi. Bu yönüyle Japon öğretmenlerle aynı duygu ve düşüncede olduğumu söyleyebilirim. Çünkü ben de Japon öğretmenler gibi matematiğin bir disiplin ve düşünme üzerine olması, bağlantılar kurulması, her sorunun tek bir cevabı olması ama farklı farklı yollarla da ulaşılabileceği, farklı yolların matematiğin zenginliği ve anlamlandırılmasında da etkili olduğu inancı içindeyim. Ders içinde farklı farklı nedenlerle ABD’li öğretmen gibi davrandığım da oluyor. Bunlara sebep bazen benim de kitapta bahsedilen ABD’li öğretmen gibi her şeye hakim olma çabalarım, bazen müfredatı yetiştirme telaşı bazen de çocukların sabırsızlığı ve hemen hap bilgileri istemesi olabiliyor.
Mesleğinizi gerçekleştirirken mesleğiniz adına yaptığınız ve yapmayı düşündüğünüz çalışmalarınızı paylaşacağınız, üzerinde kafa yorduğunuz fikirlerin gelişmesi için iyi bir geri dönüt alamıyorsanız farkında olmadan yolunuza devam ediyorsunuz. O sıralarda internet üzerinde hiç tanımadığınız bir öğretmenin yaptığı, öğrenciye katkısı olan bir çalışmayı görmeniz, bir duygusunda kendinizi bulmanız sizin de bundan beslenerek ilerlemenizi ve birlikte paylaşarak çoğalabiliriz duygusunu yaşatıyor. Öğretmen Ağı gibi sizinle ortak dertleri dert edinen öğretmenlerin olduğu, meslekle ilgili ya da kişisel gelişiminizle ilgili gelişiminize katkı sunan ve bunu yaparken sizi gücendirmeden, yaftalamadan daha iyisi nasıl olabilir duygusunu yaşatan bir Ağ’ın parçasıyken, okuduğunuz meslekle ilgili çalışmaların sınıfa nasıl taşınabileceğini düşünüp tek başına işin içinden çıkamadığınızda, size güç olabiliyor.
Yeliz Hoca sayesinde oluşturduğumuz küçük çekirdek matematik topluluğunun benim içimde oluşturduğu hala yapılabilecek bir şeyler var duygusunun ve bu konuda duyduğum heyecanın dalga dalga yayılması umuduyla…
Bu yazı, Matematik Öğretimi Topluluğu üyelerinin hayata geçirdiği “Matematik Öğretmeninin Gözünden Yazı Dizisi” kapsamında yazılmıştır. Yazı dizisine dair bilgi almak için buraya tıklayın.
Referanslar
Karabey, B., Tunalı, C., Olkun, S. & Ergut, G. (2019). 2009–2013–2017 ortaokul matematik öğretim programlarının sayı duyusu bileşenlerine göre karşılaştırılması. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 19(4), 1760–1774.
Gülgün Yasemin Demirci Hakkında
1967 Gaziantep doğumluyum.1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümünden mezun oldum. 1996 yılına kadar bilgisayar sektöründe çalıştım. 1996 yılında başladığım matematik öğretmenliğine halen aktif olarak devam etmekteyim. Severek yaptığım mesleğimde öğrencilerime de bu duygunun geçmesi, matematiği korkulur bir ders olarak görmelerini engellemek, matematik yapmanın keyfini yaşamalarını sağlamak hep birinci sırada yer aldı. Bu duygu da beni yıllar içinde mesleğimde derinleşebileceğim çeşitli eğitim ve etkinliklerle tanıştırdı. Bu etkinliklerden biri olan Düşünme Becerileri Programı ile 2018 yılında sevgili Öğretmen Ağı ile tanıştım. Bu programı tamamladıktan sonra Matematik Pedagojik Uygulama Programında düşünme becerileri destekli eğitim içerikleri oluşturduk. Nisan 2022’de Yeliz Günal Aggül’ün çağrısıyla birlikte Matematik Öğretmenleri Topluluğuna katıldım. Bu
toplulukta matematik öğretimini daha iyi hale nasıl getirebiliriz duygusuyla çalışmalarımıza devam etmekteyiz.
Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.