Gök Kubbenin Altında Değişen Bir Şey Var mı?
“Eğitim bir vazoyu suyla doldurmak değil, bir çiçeğe kendi tarzında büyüyebilmesi için yardımcı olmaktır.” Bertrand Russell
21. yüzyıl yetkinlikleri/becerileri” olarak tanımlanan insan nitelikleri, öğretmenlerin ve öğrencilerin sahip olmaları gereken nitelikler açısından önceki yüzyıllara göre değişti mi, arttı mı, azaldı mı? Yoksa değişen sadece öğrenme ortamları, araç-gereçler, yöntemler, yapma biçimleri mi?
Gözümün önüne gelen bir siyah-beyaz fotoğraf var, size onu tarif etmeye çalışacağım. Fotoğraf, şimdi ortaokul olmuş ama 60’lı yılların başında şehrin en iyi okullarından biri olan ilkokulum, Gaziantep Akyol İlkokulu’nda çekilmiş. Üç ya da dördüncü sınıftayız, siyah önlüklerimiz, beyaz yakalarımız var, ikili sıralarda oturuyoruz. Öndeki sıralardan birinin üzerinde bir gaz ocağı var ve ocağın üstünde bizim evdeki orta boy kalaylı bakır tencerenin aynısının içinde su kaynıyor. Su kaynayıp buhar olana kadar tencerenin kapağı kapalı. Bu fotoğrafın çekildiği derste, Şükran Öğretmen tencerenin kapağını açıyor ve kapaktaki buhar damlacıklar olarak yere düşüyor ve biz yağmurun nasıl oluştuğunu öğreniyoruz, düşünüyoruz, anlıyoruz, diğer bilgilerimizle birleştiriyoruz, daha sonra bu bilgi ve deneyimi kullanıyoruz.
Benim ve bildiğim birçok kişi için yemek, uyku uyumak, yolda yürümek gibi doğal olan — ilgimi çekiyor, merak ediyorum, araştırıyorum, anlamaya çalışıyorum, öğreniyorum — döngüsü, yine bildiğim birçok kişide çalışmıyor. Bu kişiler, öğretmen ya da öğrenci olduğunda durum daha da dayanılmaz oluyor. Peki, ben, biz, bu duyguyu ve deneyimi bilenler neden ve nasıl böyle olduk da, diğerleri olamadı? Şükran Öğretmen’in bununla bir ilgisi var mı? Şükran Öğretmen, diyorum; çünkü benim zamanımda anaokulu ya da anasınıfı yoktu ve bir dönem gelen yedi stajyer öğretmeni saymazsak, formel eğitim ve öğretimimin temeli olan ilkokul yıllarında, gelişimimden sorumlu tutulacak kişi, bizim sınıfı ilkokul birinci sınıfın ikinci döneminde, o zamana kadar idare eden yedi stajyer öğretmenin ardından devralıp beşinci sınıftan mezun eden Şükran Öğretmen’di.
Doksanlı yıllarda öğretmenlik yaparken “öğrenmeyi öğrenme” çokça sözü edilen ve yine bana “peki ama, nasıl” dedirten bir kavram olarak etrafımda dolandı durdu. “Yaşam boyu öğrenme”yi sürdürebilmek; öğrenmeyi öğrenmekle başlasa gerek. Şükran Öğretmen’in bunu nasıl başardığını hatırlamaya, bugünkü aklımla değerlendirmeye çalışıyorum. Kadim olan
nedir ve nasıl kazanılır? Dünya Ekonomik Forumu’nda 2016 yılında yayınlanan “Her öğrencinin ihtiyacı olan 21.yüzyıl becerileri nelerdir?” başlıklı yazıda üç ana başlık altında toplanan temel okuryazarlıklar, yetkinlikler/ beceriler ve karakter özelliklerine bir göz atalım:
- Temel Okuryazarlıklar olarak belirlenen; okuryazarlık, matematiksel beceriler, bilimsel okuryazarlık, bilişim okuryazarlığı, finansal okuryazarlık ve kültürel okuryazarlık.
- Yetkinlikler/Beceriler olarak belirlenen; eleştirel düşünme ve problem çözme becerileri, yaratıcılık, iletişim becerileri, işbirliği.
- Karakter özellikleri olarak belirlenen; merak, insiyatif alma, sebat ve dayanıklılık, uyum sağlama, liderlik, sosyal-kültürel farkındalık.
Temel okuryazarlıklardan başlayalım. Çağlar boyunca insanın çıkardığı seslerle ve yarattığı sembollerle iletişim kurmayı ve zamanla da okuryazar olmayı tarih öncesinden beri becerdiği gerçeğini hepimiz biliyoruz. Okuryazarlık, her devirde var olan ve epeydir de temel insan hakkı olan bir edinim. Bununla ilgili esas sorun da, günümüzde hâlâ dünya üzerindeki her bir çocuğun, bu doğal hakkı etkili ve güvenli bir biçimde elde edememesi. Öğretmenlerin bu işteki sorumluluğu ise; “öğretmenliğini yaptıkları çocukların” öğrenme deneyimlerini etkili ve olumlu kılmak. Tabii ki
“okuryazarlık” konusunu diğer tüm etmenlerden bağımsız olarak ele almanın doğru olmadığını biliyoruz; fakat nereye odaklanacağımız konusuna gelmeden, gerçekten hayati olanlar açısından gök kubbenin altında neyin değiştiğini irdelemeyi istiyoruz.
Matematiksel beceriler ve bilimsel okuryazarlık içinde bulunduğumuz yüzyıldan öncekilerde de “eğitilmiş insan”ın sahip olması gereken olmazsa olmazlardandı. İşte tam burada Şükran Öğretmen’i düşünürsek, 20. yüzyılın ortalarında öğretmenlik yapan diğer meslektaşları gibi o da bu becerilere sahipti.
Bilişim okuryazarlığı konusunda Şükran Öğretmen ve en azından Türkiye’de yaşayan çağdaş meslektaşlarının muaf tutulması gerektiğini kabul etmeliyiz. 21. yüzyılın başında tanıdığım birçok emekli öğretmenin bilgisayar, akıllı tahta, akıllı telefon, tablet gibi bilişim araçlarını öğrencileriyle iletişim kurmak ve onların öğrenmesini kolaylaştırmak için kullandıklarını gördük. Bunu görünce: “Demek ki yenilikleri takip etmek ve çağı yakalamak için “öğrenmeyi öğrenmek” yetiyormuş.” demekten kendimi alamıyorum.
Finansal okuryazarlık ve kültürel okuryazarlık konusunda da aynı formül geçerli diyebiliriz.
Peki ya bu beceriler nasıl öğretilir?
Yetkinlikler/Beceriler ve Karakter Özellikleri altında eleştirel düşünme ve problem çözme becerileri, yaratıcılık, iletişim becerileri, işbirliği, merak, inisiyatif alma, sebat ve dayanıklılık, uyum sağlama, liderlik, sosyal-kültürel farkındalık olarak adlandırılan becerilerin nasıl öğretileceği konusunda da bazı yöntem ve tutumlar listelenmiş bulunuyor:
Oyun temelli öğrenmeyi teşvik et
Öğrenme hedeflerini birbiriyle bağlantılı daha küçük parçalara böl
Öğrenme için güvenli bir ortam yarat
Büyüme zihniyeti geliştir
Besleyici ilişkileri teşvik et
Odaklanmaya zaman tanı
Yansıtıcı mantık ve analizi teşvik et
Uygun şekilde takdir et
Öğrenciyi keşfedeceği konulara yönlendir
Öğrencilerin kendi kişilik özellikleri ve güçlü yanlarından yararlanmalarına yardım et
Uygun zorluklar sun
İhtiyaçları olan yardımı sun
Beceri kazandıracak açık ve net öğrenme hedefleri sun
Yaparak-yaşayarak öğrenme yaklaşımını kullan
“Yukarıdakilerin hepsi ve dahası!” demek istiyorum. Öğrenmenin nasıl gerçekleştiğine dair araştırmalar ilerledikçe; neyi, nasıl yaparsak daha iyi, daha çok öğreniriz/öğretiriz konusunda çokça düşünen, yazan, deneyim paylaşan bilim insanları, akil insanlar, deneyimli öğretmenler, yenilikçi öğretmenler, vakıflar, kuruluşlar, eğitim uzmanları; bilimsel temeli olan veya
olmayan sayısız yöntem, yaklaşım, örnek sunuyorlar. Üstelik bunlara ulaşmak için bizim zamanımızdaki gibi üniversitenin kütüphanesine gitmek, hocaların aldığı dergileri iade etmelerini beklemek gerekmiyor, çünkü artık hepsi cebimizde, kütüphane bile!
Ben diyorum ki çocuğun gözünün içine bakıp, onunla bağ kurup; öğretmeye çalışmaktan çok onun ne bildiğini merak edip, onun merak etmeyi sürdürmesi için alan yaratıp elinden tutmakla başlayan bir serüvendir, öğretmenle öğrencinin birlikte yürüttükleri.
Goethe’nin “Eğer bir bireye olması gerektiği ve olabileceği bir insan gibi
davranırsanız, olması gereken ve olabileceği insan olur.” sözü hem
öğretmenlere hem de öğrencilere yaklaşımımızın esasını teşkil etsin istiyorum. Böylece bilimin ve doğanın yol göstericiliğinde, her yüzyıla uyum sağlayacak bireyler yetiştirebiliriz.
Yazar Mesrure Tekay hakkında:
Gaziantep Koleji’nin ardından Gazi Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği
Bölümü’nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Yüksek Lisans derecesini aldı. İngilizce öğretmenliği, bölüm başkanlığı ve müdür yardımcılığının ardından iki okulda kurucu müdürlük olmak üzere yirmi yıl okul liderliği yaptı. Eğitim Uzmanı ve Okul Liderliği Danışmanı olarak çalışıyor.