Çar, 11/22/2023 - 14:01 tarihinde halukgoksel tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

Evi Ev Yapanlar

Yazar: Özlem Ünal

Depremin olduğu ilk günden beri içime oturan acı nedeniyle donup katılaşmış buzdan bir su birikintisi gibi hissediyorum kendimi. Tekrar eriyip sıvılaşmam için güneşe ihtiyacım var. Güneş gökyüzünü kaplayan bulutların arkasında küskün, belki de kırgın göstermiyor kendini. Oysa birkaç kar fotoğrafına eşlik eden şiir, belki bir şarkı paylaşıp hayatın günlük rutinine tekrar geri dönecektik. Şimdi o sabaha ait hatırladığım sadece soğuk ve karanlık gecede gözlüğümü bulamadığım için ekranda bulanık olarak gördüğüm, gözlerimi kısarak okumaya çalıştığım “arkdşlar, büyk bir deprm…” yazısıyla kesilen soluğum. Sonrasında her geçen gün içimde büyüyerek artan acı.

Kafamın içinde sürekli dönen duran ve birbirine bağlanan cümlelerle hayatla hesaplaşıyorum. Korunağım ve sığınağım olan evimde yaşadığım görece rahat konfor alanı beni huzursuz ediyor. Yazmaktan başka çarem yok. Bir iç döküş olmalı diye düşünüyorum. Sadece yaşanan acıyı mı yazsam rahatlarım, mutluluk sanki sıradan günlerde sıradan insanlarca yaşanan basit duygularmış gibi geliyor. Her kanalda, her ekranda acı ve keder; artık yeter. Peki, geçmişte yaşanmış olan nice mutluluk, coşku, heyecan, neşe ve buna benzer hisler. Klavyenin bağlı olduğu ekrandaki imleç yanıp sönüyor. Ben imlece bakıyorum. Bakıyorum. Bakıyorum. Anlatmaya, anlaşılmaya ve anlamaya ihtiyacım var.

İnsanın evrimsel olarak gelişimiyle paralellik gösteren dil bizim sözcüklere yüklediğimiz anlamın duygularla ne kadar ilintili olduğuna bağlı olarak gelişen bir yapı. Basit bir örnekle yuva olan “home”a katılan duygu ve yaşanmışlıkla o yuvanın nesnel olarak somut gerçeklikte var olan hali ev olan “house” gibi.

Buna çok benzer biçimde Türkçede büyük harfle başlayan ve küçük harfle başlayan dünya diye bir kavram var. Çoğu zaman yazı yazarken d harfini büyük mü küçük mü yazacağım diye tereddütte kalırım. Yine İngilizcede bu problem iki ayrı kelime ile kısmen çözülmüş durumda. Yerküre olarak anılan Dünya “earth” Güneş’ten itibaren üçüncü gezegenden bahsediyorsak tıpkı Satürn, Uranüs gibi bir gezegenin adıdır. Yaşadığımız yuva olan dünya “world” ise etrafına bakınca gördüğün senin anlam kattığın, geçmişin, geleceğin olan yerdir

Gezegen olan yerküre; üzerinde durduğumuz, altımızda olan toprak parçası bize karşı çok da merhametli davranmayabiliyor. Bu da bizim dünyamızı alt üst ediyor. Bizi pek çok şeyden koruyan bununla birlikte yaşadığımız en güzel anlara mekan oluşturan yuvamız olan evlerimiz bir anda elimizden kayıp gidiyor.

Oruç Aruoba “Uzak” adlı kitabında;
“Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin.
Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen.
Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin…”
diyor.

Şimdi benim için Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay, Osmaniye ve Adana tam olarak böyle bir dünya. Gidip görmek istediğim, gidip göremediğim…

Artık geçmişten küçük adımlarıyla koşarak gelen gülüşlerde, kokularda ve fotoğraflarda kalan anılar olarak varlar.

Yaşanmışlıklar insanı çevresiyle bir bütün haline getiriyor. Doğup büyüdüğün kent sadece binalar ve sokaklardan ibaret değil. Orası senin yuvan, dünyan.

Gül annem kavanoza zeytinyağına basıp hazırlardı İskenderun’dan gelen taze zahteri. Kahvaltılarda ekmek üstü, salatalara yeşillik, et yemeklerine terbiye etsin diye koyardık. Müfit babam da şaka olsun diye “Kahkeyi de seversin.” diye takılırdı bana güzel şeyleri sevdiğimi vurgularken. Bayramlarda yapılan içine bir sürü değişik baharat koyulan kömbenin sokağa dağılan kokusunu anlatırlardı hep. Biz Egeliler daha çok otçuyuzdur. Ebegümeci, şevket-i bostan, radika, kuşkonmaz bizden sorulur. Baharatların yemeğe ruhunu veren o davetkar kokularını evlendikten sonra öğrendim.

Bizim evde yeşil kırma zeytin konusunda çekişme vardır. Yaşadığımız Denizli benim doğup büyüdüğüm yer. Akın, pazardan aldığımız zeytine biraz mesafelidir. “Bizim oranın toprağından, güneşinden orada yediğin zeytininin tadı başka; o tadı burada bulamazsın.” der. Dünyanın neresine gidersen git aradığın, hep o doğduğun yerde büyürken sana eşlik eden tat oluyor.

Bana ilk turunç reçelini Meseret anneanne vermişti. Bitmesin diye her gün bir tane yiyordum. İskenderun’da yapmıştı. Gül annem kal yanımda deyince “kalamam komşularım var.” diyerek geri dönmüştü Sarımazı’ya. Doğup büyüdüğün yer sadece sokaklardan da ibaret değil. Sana kapısını açan, pencereden bakan, yolda arkandan seslenenler. Bir bakış, bir gülüş,

Binanın ne önemi var, binlerce can gitti diyorlar. Bu söze katılıyorum ama kentlerin de bir hafızası var. O canlarla birlikte paylaştığımız hatıralarımıza ev sahipliği yapan geçmişimize mekân olarak tanıklık eden yerlerimiz de gitti. Şimdi evimizin, sokağımızın içinde var olduğumuz bizim dünyamızın sarsılmasıyla birlikte oluşan yıkıntılar var.

Sebep her zaman potansiyel sonuç doğurur. Yaşadığımız olayı doğuran sebepleri ve yaşanılan sonuçlarını bilim adamları ve bir sürü ben bilirimci konuşuyor, tartışıyor. Herkes bir şey söyleme telaşında. Tüm bunlar bizi 6 Şubat Pazartesi saat 04:17'den öncesine götürebilir mi? Sebep her zaman potansiyel sonuç doğuruyorsa biz bu deprem sebebiyle daha yaşanılır bir dünya inşa etmeye çalışmak için var gücümüzle çalışmalıyız.

Zor ama imkansız değil. Her şeyin yok olduğu anda bile umut vardır. Elimizde umuttan başka bir şey kalmadı. Evet eskisini kaybettik. Geri getiremeyiz. Şimdi o kırıklarla ve kırılmışlıklarla biraz da kırgın bakıyoruz hayata. Acımız hiç geçmeyecek orada öylece duracak. Biz o acımızla birlikte yaşayıp büyüyeceğiz. Sonrasında bize düşen çiçeğiyle, böceğiyle, insanıyla tüm farklılıklarımızla ve renklerimizle birlikte yaşayabileceğimiz bir dünya inşa etmek. Biz Öğretmen Ağı’nda bunu yaptık ve başardık. Öğretmen Ağı bizim evimiz. Biz evi ev yapanlar şimdi sokağımızı, mahallemizi oradan da dünyamızı hep beraber yeniden var edeceğiz.

Not: Yazının başlığının ne olacağını düşünürken sevgili Ezgi Temiz Çeliker’in daha önceki bir paylaşımında biz Değişim Elçileri için kullandığı “Evi ev yapanlar” cümlesi ilham verdi. Ezgi, iyi ki…

Bu yazımı Öğretmen Ağı’nda depremden etkilenen illerde bulunan Değişim Elçilerinin grubu “Lezzet Ağı”na ithaf etmek istiyorum. İsimlerini buraya yazamasam da Öğretmen Ağı’ndan gelen maildeki adlarını tek tek okuduğum, “Çok şükür iyiler.” dediğim arkadaşlarım, iyi ki varlar…


Özlem Ünal Hakkında

22 yıldır “öğrenen” olarak eğitimin içinde bulunan Özlem Ünal bu işe 1983 yılında bir köy okulunda birleştirilmiş sınıfta öğrenci olarak başladı. Okulun lojmanı evi, bahçesi de oyun alanı olduğundan ötürü içine okul tozu kaçtı. Üniversite öğrenciliği sırasında yolları Türkiye Eğitim Gönüllüleri derneği ile kesişerek gönüllülük kavramıyla tanıştı. Okul tozunun uzun yıllar süren etkisiyle çocukluk hayali olan öğretmenliğe 2000 yılında Bitlis’in bir köy okulunda sınıf öğretmeni olarak başladı. 22 yıldır her gün yeni bir şeyler öğrenmek için okul yolunda gidip geliyor. Bu yolculukları sırasında 2019 yılında Öğretmen Ağı ile tanıştı. O günden sonra değişime elçilik etmek adına Öğretmen Ağı ile birlikte yol aldı. Şu an Denizli’de bir devlet okulunda ve eş zamanlı olarak BİLSEM’de öğretmenlik yapmaya devam ediyor. Yaratıcı Problem Çözme, Üstün Yeteneklilerin Eğitimi, Kapsayıcı Eğitim, Farklılaştırılmış Eğitim, Çocuklarla Felsefe alanlarında çalışmalar yapıyor ve bu çalışmalarını sınıf ortamına taşıyor.


Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.