Ekolojik Farkındalık Sınıfa Nasıl Taşınır?
Yazarlar:
Fulden Ergen — Öğretmen Ağı İletişim Sorumlusu.
Zeynep Hancı — Öğretmen Ağı Yaratıcı Problem Çözme Programı Sorumlusu
İçinde yaşadığımız gezegen, birçok ekolojik sorunla karşı karşıya. Sorunların çözümü için bireylerin ekolojik farkındalık kazanmasının ötesinde, bu konuda toplumsal bir dönüşüme de ihtiyaç var. Eğitim, ekolojik farkındalık yaratmak için en etkili müdahale alanlarından biri. Öğretmen Ağı Değişim Elçisi öğretmenler okulda, sınıfta ekolojik farkındalık yaratmanın ve farkındalığı artırmanın yollarını anlattı.
İçinde yaşadığımız gezegen, birbiriyle iç içe geçmiş birçok ekolojik krizle karşı karşıya. Küresel ısınma, doğa tahribatı, çevre kirliliği, çarpık kentleşme gibi sorunlardan etkilenen sayısız canlı ve bu sorunlara bağlı gelişmelerden dolayı yerinden göçmek zorunda kalan milyonlarca insan var. Dünyanın geleceği tehdit altında.
WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Yaban Hayatı ve Eğitim Kıdemlı Uzmanı Nilüfer Araç da, dünyadaki ekolojik sorunların yaşadığımız çağa ve geleceğe etkisinin ürkütücü olduğu konusunda hemfikir. Araç, hızla çoğalan insan nüfusu ve yükselen ekonomik büyümeyle artan enerji, arazi ve su talebinin dünyayı daha önce eşi benzeri görülmemiş bir değişime sürüklediğini düşünüyor:
“Bu değişim o denli büyük ki, pek çok bilim insanı Antroposen adı verilen yeni bir jeolojik çağa adım attığımızı düşünüyor. Uluslararası Göç Örgütü’nün 2018 yılı raporuna göre, 2008’den beri her yıl ortalama 25,3 milyon kişi felaketler nedeniyle yaşadıkları bölgeden ayrılmak zorunda kaldı. Karasal alanların yüzde 75’i insanlar tarafından önemli ölçüde değiştirildi ve doğallığını kaybetti. Sık sık tatlı su kaynaklarında görülen toplu balık ölümlerinin kirlilik nedenli su kalitelerinin bozulması sonucu meydana geldiği pek çok bilim insanı tarafından kabul görmüş bir gerçek. Plastik atıklar yüzünden, insanlar ve hayvanlar her yıl gıda ve içme suları içerisinde daha fazla miktarda plastik yutuyor ve bunun sağlığımız üzerindeki etkileri henüz tam olarak bilinmiyor.”
2019 yılı, dünya çapında milyonlarca insanın iklim için alarma geçtiği bir yıldı. Dünyada küresel iklim konusunda yapılan bu çağrılara Türkiye’den verilen en önemli yanıtlardan biri, 16. İstanbul Bienali’ydi. Bienal, başlığını Pasifik Okyanusu’nda yüzer gezer durumda olan, neredeyse Türkiye’nin beş katı büyüklüğündeki plastik kütleye bilim insanlarının verdiği isim olan “Yedinci Kıta” dan aldı. 16. İstanbul Bienali Direktörü Örer, Yedinci Kıta’nın insan ve insan olmayanın ilişkisinden başlayarak bize söylediklerine şöyle değiniyor:
“Fetih ve keşfetme gibi kavramlarla dolu insanlık tarihinde ilk kez karşımıza hiç kimsenin görmek ve adım atmak istemediği bir kıta çıkıyor. Ama bu kıta aynı zamanda herkesin oluşmasına etki ettiği bir tehdit olarak karşımızda duruyor. İklim krizinin damgasını vurduğu, iklim adaletine yönelik küresel bir dönüşüm çağrısının yankılarını duyduğumuz bu dönemde, sanatın dilinin farkındalıkları artıracağına ve bizi dünyayı paylaştığımız diğer türlerden öğrenmeye sevk ettiğine inanıyorum.”
“Yaşadığımız çevreyi bilirsek eylemlerimizi dönüştürebiliriz”
Yedinci Kıta teması sanat aracılığıyla küresel boyutlara ulaşan iklim krizini gündemimize taşırken, bugünden başlayarak herkes için yaşanabilir bir geleceği kurmaya hemen başlamamız gerektiğine de dikkat çekti. Bunun için öncelikli olarak bu krizlerin boyutunu ve yaşamımızdaki etkilerini anlamamız gerekiyor. Çünkü gündelik hayatımızda yaptığımız tercihler, doğrudan ya da dolaylı olarak çevreyi de etkiliyor. Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık, hangi ilkelerle, ne tür ekolojik ilişkilerle devam eden bir dünyada yaşamamızı anlamanın, bu ilkeleri bilerek eylemlerimizi dönüştürmeyi sağladığını vurguluyor. Arık, içinde yaşadığımız çevreye dair bilgi sahibi olmanın eylemlerimize etkisini şöyle anlatıyor:
“Örneğin, su döngüsünü iyi anlamak ve su havzalarını tanımak, şehir planlamada binaların bu suları etkileyecek yere yapılmaması kararına götürür bizi. Ya da atıkların bu havzaya karışmamasını sağlayacak bir atık depolama sistemi kurabiliriz. Ya da nehir kenarlarına bina yapmayız, selde bu binaların çökmesi riskini ortadan kaldırırız.”
Ekolojik farkındalık, insanla doğa arasındaki ilişkiyi bütüncül olarak ele almamız gerektiğine işaret ediyor. Bu da, insanın yalnızca doğayı etkileyen bir unsur olarak değil, doğaya karşı sorumlu bir özne olması anlamına geliyor. Nilüfer Araç, ekolojik farkındalığımızı artırmanın bu sorumluluktan ileri geldiğini düşünüyor. Çevremizde olup biteni takip etmek, ekoloji bilgimizi artırmak, ürettiğimiz atıkları azaltmak, hayatımızı doğanın işleyişi ile uyumlu bir şekilde dönüştürmek, ekolojik farkındalığımızı artırmanın yollarından yalnızca birkaçı. Araç’a göre doğaya karşı sorumluluğumuz, neye sahip olduğumuzu ve neyi kaybettiğimizi bilmekle de ilişkili. Çünkü bunları fark etmeden, sorunlarımızın çözümünü kavramamız mümkün değil.
Ekolojik farkındalığın kazanılması için, toplumsal bir dönüşüme ihtiyaç var. Eğitim ekosistemi, bu toplumsal dönüşümü yaratma potansiyeline sahip. Okullar, öğretmeninden öğrencisine, okul idarecisinden kantin çalışanına kadar herkesin, ekolojik farkındalığının artması için en önemli alanlardan bir tanesi. Peki bu konuda, eğitimde dönüştürücü gücü en yüksek olan öznelere; öğretmenlere ne gibi sorumluluklar düşüyor?
Okullarda ekolojik farkındalığın sağlanması için neler yapabilir?
Pek çok öğretmen, eğitim ortamlarında ekolojik farkındalık sağlanması yolunda en önemli adımlardan birinin doğada vakit geçirmek olduğu konusunda hemfikir. Öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği paylaşım ve işbirliği ağı olan Öğretmen Ağı’nın Değişim Elçilerinden Şahin Çevik, müfredatta ekolojiye dair oldukça geniş bilginin bulunduğunu ancak ekolojik farkındalığın yolunun doğayla gerçek bir bağ kurarak oluştuğunu söylüyor. Çevik, “Ders tasarımları yaparken doğa içerikli metinler, görseller, videolar ve fikirler kullanılabilir.” diyor ve en iyi yöntemin çocukları imkân buldukça sınıfın dışına çıkarmak olduğunu söylüyor.
ERG’den Burcu Meltem Arık da, ekoloji bilgisinin öğretim programlarına dahil edilmesinin önemli olduğunu ancak bu bilginin sadece “öğretme” yoluyla verilmesinin yeterli olmadığını vurguluyor:
“Ormandan öğrenip güneşi kullanarak, sıfır atıkla nasıl yaşarım sorusuna yanıt aramalıyız. Enerjisini kendi üreten, gıdasını kent içinden alan, atığı toprağa dönüştürebilen okullar mümkün.”
Değişim Elçilerinden Bilge Buhan Musa, çocukların okul ve çevresindeki unsurları fark etmesinin ve günlük yaşam pratiklerinin ekolojik odaklı dönüşmesinin önemine dikkat çekiyor. Musa’ya göre çocukların kazanması gereken alışkanlık, öncelikle tüketimi azaltmak ve yeniden kullanmak. Geri dönüşüm, bu adımlardan sonra gelmeli. Musa, hem sınıf hem okul ikliminde çocukları kendi karbon ayak izleriyle tanıştırmanın ve karbon izlerini nasıl küçültebilecekleriyle ilgili çocukların katılımını sağlamanın etkili olacağını düşünüyor.
Çocukları paniğe sürüklemeden, doğa sevgisiyle onlara sorumluluk vermek mümkün.
Bir başka Öğretmen Ağı Değişim Elçisi Ezgi İdemen Hazar ise, düzenli doğa gözlemleri yapmanın, bulutların hareketlerini izlemenin, çocukların okul bahçesinde vakit geçirmesinin ekolojik farkındalığa katkı sağlayacak pek çok etkinlikten birkaçı olduğunu söylüyor. Ancak Hazar, ekolojik farkındalığı oluşturacak bilincin, öğrencileri tedirgin etmemesi ve endişeye sürüklememesi gerektiğine de dikkat çekiyor:
“Örneğin, 20. yüzyılda dünyadaki sulak alanların yarısının yok olduğunu, küresel ısınmanın devam etmesi halinde geri dönülemez sonuçlar yaratacağını söylemek çocukları paniğe sürükleyecektir. Bu gerçekler, onları ancak çaresiz hissettirir. Bu durumda yapılacak en doğru adım, çocukların doğayı sevmesini sağlamaktır. Doğayı seven çocuk, büyüdüğünde zaten sorumluluk alacak, alışkanlıklarını değiştirecek ve daha yaşanabilir bir dünya için çaba harcayacaktır.”
Elbette her okulun fiziki şartları, öğrencilerin doğada vakit geçirmesine imkân vermeyebilir. Fiziki şartlar bir yana, doğayla vakit geçirmek ekolojik farkındalığa sahip olmanın tek yolu olmak anlamına gelmeyebilir. Hazar’ın dikkat çektiği gibi, öğrencilerin teknolojiyi tutkuyla sevdikleri bu çağda, teknolojiyi çevre bilincinin geliştirilmesi için kullanılabilir.
Değişim, öğretmenle başlar!
Türkiye’deki 1 milyondan fazla öğretmen, ekolojik farkındalık yaratma kapasitesine sahip. Hazar, değişimin öğretmenle başladığının altını çizerek,ekolojik farkındalık yaratmak için öğretmenlerin öncelikle hayatlarını değiştirmesine dikkat çekiyor. Hazar’a göre her öğretmen, ekolojik okuryazar olmalı. Doğanın işleyişini, günlük alışkanlıkların doğal dengeyi nasıl etkilediğinin farkına varmalı. Bu farkındalıkla, öğrendiği her şeyi eyleme dökmeli, hayatından örnekleri sınıfına taşımalı. Örneğin, öğretmen sınıfında ‘Plastik şişe kullanımını azaltalım.’ demek yerine, her derse elinde matarasıyla girebilir.
Öğretmen Ağı’nın bir başka Değişim Elçisi İklim Bahar Gören de, Hazar’la benzer bir noktaya dikkat çekiyor. Gören, öğretmenin okullarda da, özel yaşantılarında da tüketim alışkanlıklarını gözden geçirmelerinin ve kendisine “Bu benim ihtiyacım mı; yoksa isteğim mi?” diye sormasının, davranış kalıplarını değiştirme yönünde önemli bir adım olduğunu düşünüyor. Gören aynı zamanda, öğretmenin ekolojik farkındalık için zemin hazırlarken “öğreten” konumda olmaması gerektiğini vurguluyor. “Ancak büyük adımlar işe yarar” düşüncesinden ziyade, “Minik adımlar bile etkilidir” fikrini benimsemenin, mesela öğretmenin sınıf içinde kullandığı materyallerin nasıl bir üretim aşamasından geçtiğine dair küçük bilgileri öğrencilerle paylaşılmasının önemli olduğunu düşünüyor. Günlük yaşantımızda kullandığımız ürünlerin tümünün nasıl bir üretim aşamasından geçtiğinin bilinmesi mümkün değilse de, bu bilgilerin öğrencilerle birlikte öğrenilmesinin önemine değiniyor:
“Çocuklarla da bu bağlamda bir ilişki kurarsak, yani ‘Biz de öğrenmeye devam ediyoruz siz de yeni öğrendiklerinizi benimle paylaşın.’ yaklaşımını benimsersek, bu yaklaşımın öğrenciler için teşvik edici olacağına inanıyorum.”
Dünyamız, insan eliyle yaratılan çok ciddi ekolojik sorunlarla karşı karşıyayken, bu sorunların çözümüne yönelik atılan hiçbir adımı küçük olarak nitelendiremeyiz. Ancak ekolojik problemler çok katmanlı ve birbiriyle ilişkili, bu sebeple ekolojik problemlere çözüm üretmenin yolu insanların kolektif çabasından geçiyor. Ekolojik farkındalığımızı artırmak, geleceğe olduğu kadar, bugüne karşı da hepimizin sorumluluğu.
Fulden Ergen Hakkında
ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 2012 yılında mezun olan ve aynı okulda Mantık ve Bilim Felsefesi’nde yan dal programını tamamlayan Ergen, bir dönem Almanya Marburg’daki Philipps Üniversitesi’nde siyaset bilimi eğitimi gördü. 2013 yılında, 300’e yakın sivil toplum örgütünün Türkiye’de denge ve denetleme sisteminin sağlanması için bir araya geldiği Denge ve Denetleme Ağı’nda Dijital İletişim Sorumlusu olarak çalışmaya başladı. 2016 yılında İsveç’teki Uppsala Üniversitesi’nde başladığı “Dijital Medya ve Toplum” yüksek lisans programını 2018’de tamamladıktan sonra, Öğretmen Ağı Kolaylaştırıcı Ekibe İletişim Sorumlusu olarak katıldı.
Zeynep Hancı Hakkında
2018 yılında Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü’nden mezun oldu. Erasmus programı kapsamında gittiği Utrecht Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde yer aldı. Anne Çocuk Eğitim Vakfı, TED Rönesans Koleji ve mezun olduğu okul olan Nimetullah Mahruki Ortaokulu’nda stajlarını gerçekleştirdi. Bu sırada Öğretmen Ağı ile tanıştı ve mezun olmasıyla birlikte Yaratıcı Problem Çözme Programı Sorumlusu olarak ekibe dahil oldu.