Doğa Kültürünü “Doğakültür”e Dönüştürmek
Yazar: Burcu Meltem Arık
Bu yazıda çocukların doğayla bağının güçlenmesini ele alıyorum. Bunun için izlediğim patikada sizi önce ne durumda olduğumuza, ardından bu duruma etkili ve samimi çözümler geliştirmemiz için önemli bulduğum iki yaklaşıma davet ediyorum. En sonunda da iyi bir örnek olduğunu ve olacağını umduğum Doğa Arkadaşımın Kutusu oyununu paylaşıyorum.
Ne durumdayız?
Biz insanlar “doğa”yız.* Bazılarımız bunu unuttu, bazılarımız ise öğrenemedi bile. Unutmayan, bu “görgü”yle yaşayan çok sayıda birey ve topluluk elbette var. Ancak, onlar dahi “kasıtlı unutturma”yı amaçlayan sistemlerin (ekonomi, eğitim, sağlık, ulaşım, gıda) içerisinde yaşamaya zorlanıyor. Bununla ne kastettiğimi önce “kasıtlı eskitme”yi açıklayarak anlatayım. “Kasıtlı eskitme”, satın aldığımız ürünlerin kasıtlı olarak kısa sürede bozulması, böylece yeniden (ve yeniden) oldukça yüksek enerjiyle üretilen eşyaların tüketimine teşvik edilmemizi anlatan bir kavram. Kavramı en iyi anlatan belgesel 2010 yılında Cosima Dannoritzer tarafından çekilen Ampul Komplosu’dur (Light Bulb Conspiracy). Doğada ise sadece bulunulan yerdeki mevcut enerjiyle üretilir ne üretilirse. Üstelik “atık” da yoktur. Doğadaki sistemler tek bir türün her şeyi elde etmesi üzerine inşa edilmemiştir. Her şey birbirine bağlıdır ve birbiriyle etkileşir. “Kasıtlı unutturma” bu temel yaşam ilkelerinin kasten unutturulmasıdır. Örneğin bir tek insanlar varmış gibi tasarlanan kentlerin “yoldaş türleri” çeperlere itilir ve/veya görünmez kılınır. Benzer şekilde eğitim sisteminde anlatılan hikâye de “her şeyin insan için var olduğu”dur. Gıdalarımız marketlerdedir. Gıdayı besleyen toprağın durumu, kullanılan su, iklim koşulları, onu üreten insanlar, bize gelene kadarki sürece eklenen diğer insanlar, ulaşım için araç, mazot, paketleme için gereken enerji, atık, plastik, vb. bazılarımız için görünmezdir. Bu durum “kasıtlı unutturma”dır.
İnsanın “doğa” olduğu bilgisinin unutturulmasının nelere yol açtığına ilişkin çarpıcı bir örnek de vereyim. 1975 yılında 18 ve 12 yaşlarındaki iki kardeşin Sekoya Milli Parkı’nda gülümseyerek çekildikleri aşağıdaki andan kısa süre sonra ikisini de yıldırım çarpmış. Saçları statik elektriği çok net gösteriyor ve “hemen güvenli bir yer bulun ve buradan uzaklaşın” diyor. Oysa bu bilgiyi okuyamadıkları için çarpılıyorlar. Neyse ki ikisi de yaşıyor.
Çocukların doğayla bağlarının güçlenmesini dert edinmek çok kıymetli. Bu nedenle önce ne durumda olduğumuzu anlamamız bugün çok daha önemli. İklim ve ekolojik krizlerin etkisini gittikçe daha yoğun, sık hissedeceğiz. Yaptığımız çalışmaların, geliştireceğimiz etkinliklerin nihai hedeflerinden birinin insanın kendini konumlandırdığı “merkezi yeri” değiştirmesi olmalı bana göre. Bu elbette tek bir etkinlikle, tek başına eğitimle olmayabilir. Ancak katkısı olacaktır. Deneyimlerim çocukların bunu yetişkinlere göre çok daha kolay yapabildiğini gösterdi. “Kasıtlı unutturma”ya çok maruz kalmayan çoğu çocuk “yoldaş türleri” hali hazırda oyun arkadaşı olarak görüyor ya da görmeye çok açık. Maruz kalanlar için olanak sağlandığında ya da “yoldaş türler”le arkadaşlık imkânı artırıldıkça “doğa” çocuklar için “öteki” olmaktan hızla çıkabiliyor.
İki yaklaşım
İnsanın doğayla ilişkinin zayıflamasını dert edinip çocukların doğayla bağlarının güçlenmesine yönelik çalışmalar yürüten, yürütmek isteyenler için iki yaklaşım paylaşmak isterim. İlki, doğa ve insan arasında kasten üretilen ayrımı bırakan, insan ve doğanın birbirinin karşıtı değil, insanın doğa olduğunu gören “doğakültür” yaklaşımı. Bu kavramı ortaya atanlardan biri olan Donna Haraway hem biyofiziksel hem sosyal ilişkilerin birbirinden ayrılamayacağını belirtiyor. Val Plumwood da insanın istisnai bir canlı olduğu anlayışını temel alarak insan türünü diğer tüm canlılardan tamamen ayrı görmeye neden olan insan (kültür) — doğa ayrımına direnmek gerektiğini ifade ediyor. “Doğakültür” karşıtlık yerine bütünlük önerisi getiriyor. Bu yaklaşımla ilerlersek ne kent sadece toplumsal bir alan ne de kent dışındaki orman sadece ekolojik bir alan. Kent de orman da hem toplumsal hem ekolojik mekânlar. İnsan da hem toplumsal hem de ekolojik bir canlı.
İnsanı doğadan ayrı görmeyen bazı birey ve topluluklar sık sık “ekomerkezci” yaklaşımın önemini dillendirirler. İnsanmerkezciliğin bırakılıp ekomerkezciliğin yaygınlaşmasını talep ederler. “Doğakültür” ise herhangi bir merkezin varlığına direnmeyi savunur. Aykut Çoban da Çevre Politikası kitabında merkezci yaklaşımları tartışır. Çoban’a göre “[t]artışmanın odağına birinde insan, öbüründe ekosistemin yerleştirildiği bu iki yaklaşım, insanla doğayı birbirlerinin karşısına konumlandırmış oluyorlar…” İyi niyetle yapılan bir eylem istemeden de olsa insan-doğa karşıtlığını tetiklemiş olabiliyor. Yine Aykut Çoban’a göre “toplumsal ilişkilerin barışçıl olmadığı yerde toplumun doğayla dostane ilişkiler kurması” da güç olacaktır. İnsanmerkezcilik ve ekomerkezcilik yerine merkez aramayıp, insanı ya da doğayı tek başına önceliklendirmeden, “doğakültür”ün nasıl olabileceğini tahayyül etmek ve insan-doğa arasındaki sayısız etkileşime odaklanmak bizler için önemli bir kırılma noktası olabilir.
İkinci yaklaşım önerim ise birileri ve bir amaç için çalışmaya başlamadan önce kendimizin doğayla olan ilişkisine samimiyetle bakmak. Bu yaklaşım, bize göre “insan”ın kim olduğunu, insanı nereye konumlandırdığımızı, “doğa” ve “çocuk” algımızı sorgulamaya davet ediyor. Bu davete icabet çok kıymetli olacaktır. Bize göre doğa “öç alan bir varlık mı?” ya da “korunması gereken aciz bir varlık mı?”, doğa hep “güzel mi?” yoksa “çekinilmesi gereken vahşi bir yer mi?”. Doğa öğretilmesi gereken bir “şey” mi? Bizim doğayla bağımız nasıl? Kendimizin doğayla bağının güçlü kalabilmesi için neler yapıyoruz?
Benzer şekilde çocuk algımıza bakmak da önemli. Çocuk kim bizim için? “Bilgiyle doldurulacak”, “şekillendirilecek” bir insan mı? Özetle doğaya ve çocuklara atfettiğimiz anlamlara bakmak, bunlar üzerinde ayrıca düşünmek doğayla insanı birbirinin karşısında mı yoksa birlikte mi gördüğümüzü yansıtabilir. Hem “doğa” hem “çocuk” algısında kırılması gereken çok kalıpyargı var.
İyi bir örnek olduğunu umarak: Doğa Arkadaşımın Kutusu Oyunu
1997’den bu yana çocukların ve yetişkinlerin doğayla ilişkilerinin güçlenmesini amaçlayan programlar, materyaller geliştiriyorum ve uyguluyorum. Bir süre “ekomerkezci” biri olarak “onu tanımayan, anlamayan, korumayan” insanlara doğayı öğretme kaygısı güttüm. Buna göre uygulamalar yaptım. Kısmen etkisini de gördüm. Ancak olan etki kısa dönemli. Bunu fark eder etmez “doğayı öğretmeyi” bıraktım. Beni hem doğa hem kültür delisi yapan nedene odaklandım. O da doğayla oyun arkadaşlığı ile yaşadığım coğrafyaya ve bu coğrafyada yaşayan insan topluluklarına duyduğum büyük meraktı. Yaptığım araştırmalar ve alanyazın da bu ikisinin önemine işaret ediyordu. Burada doğa için öğrenmek değil, doğayı öğrenmek de değil, doğayla birlikte öğrenmekten bahsediyorum. Şanslıydım, doğduğumdan bu yana doğayla birlikte öğrenebildiğim mekânlarda yaşadım. Ancak bunu yapma yöntemim önce 2007’de Eğitim Reformu Girişimi ile tanışınca, ardından 2011’de TEMA Vakfı ile 81 ilde eğitim programları geliştirip uygulayınca dönüştü. 2015’te oyun arkadaşlığını ve doğayla birlikte öğrenmeyi odağa alan bir oyun geliştirdim: Doğa Arkadaşımın Kutusu.
2015’ten bu yana hemen her mevsim, Türkiye’nin farklı bölgelerinden ve her yaştan insan (ve her tür canlı) birlikte oynadığımız bu oyun benim de oyuncuların da doğayla bağlarını bambaşka bir yere taşıdı. Bu oyun, doğayı yeniden arkadaş edinmek, doğayla arkadaşlığını güçlendirmek, yakın çevresindeki doğayı tanımak, yaşadığı kentin içindeki ve çeperindeki doğal alanlar ve canlılarla tanışmak isteyenler için hazırlandı. Dört mevsim oynanıyor. Her mevsimin oyun başvurusu, kendine özel döngüsünde açılıyor: 21 Mart (ilkbahar), 21 Haziran (yaz), 21 Eylül (sonbahar) ve 21 Aralık (kış). Oyuna 3 kategoride başvuru yapılabiliyor. Çocuklar (3–11 yaş), sınıflar (okul öncesi, ilkokul) ve yetişkinler (18+).
Oyun açıldığında başvuru için birkaç gün veriliyor. Başvurular kapandıktan sonra, her çocuğa, sınıfa, yetişkine mümkünse kendi kentinden farklı bir yerden “gizli arkadaş” atanıyor ve gizli arkadaş bilgileri e-posta olarak gönderiliyor. Ardından oyun resmen başlıyor. Oyun yaklaşık 5–6 hafta sürüyor. Bu süre boyunca hemen her fırsatta doğa yürüyüşü yapılması öneriliyor. Sokağınızda, parkta, okul bahçesinde, doğa koruma alanlarında, vb. kısa ya da uzun süreler boyunca sık sık yürümeniz öneriliyor. Yürüyüşlerde, “gizli arkadaş” olunan kişiye/sınıfa yollamak üzere oyunun etik ilkeleri çerçevesinde doğa hazineleri toplanıyor. Oyunun en temel ilkesi doğanın her bir öğesine saygı duymak. Bu nedenle bu oyunda ve bu oyun için “koparmak” yasak. Yere düşenleri, kuruyanları topluyoruz.
Salgın öncesinde hazineleri oyun sonunda bir kutuya dikkatlice yerleştirip kutuyu kargoyla yolluyorduk. Salgın sonrası sağlık ve ekolojik koşullar nedeniyle fotoğrafını çekip e-posta ile gönderiyoruz. Oyun boyunca yaşanan deneyimler, toplanan hazineler, gidilen yerlere dair bir de mektup yazıyoruz. Fotoğraf yerine sunum yapan da video çekenler de oldu. Bunları da Facebook’ta olan oyun grubunda paylaşıyoruz. Tüm kutuları görünce Türkiye’nin farklı bölgelerinde doğa ve doğayla ilişki o sırada nasıl bunu görmüş oluyoruz.
Oyunda doğanın her yer, bizim doğa, doğanın biz olduğunu güçlü bir şekilde hissediyoruz. “Biz” diyorum, çünkü oynayan hemen herkes bu şekilde ifade ediyor deneyimini. “Çınar” ağacıyla tanışmanın onun adını bilmenin çok ötesinde olduğunu deneyimliyoruz. Kullandığımız dil değişiyor, dönüşüyor. Oyun içinde oyun üretildiği oluyor. Bir taşı dahi yerinden alıp başka bir yere yollamanın etik açıdan sakıncalarını tartışıyoruz. Zorlukları da oldu, hem de çok. Zaman zaman çocuk kutuları yetişkinler tarafından yapıldı, zaman zaman bitkiler koparıldı, sıkça plastik kullanıldığı oldu. Bunlar giderek azaldı. Tamamen bittiğini söyleyemem, her oyuna yeni oyuncular geliyor. Alışkanlıkları değiştirmek de birkaç mevsim oynamayı gerektirebiliyor.
21 Aralık, en uzun gecenin yaşanacağı gün Doğa Arkadaşımın Kutusu-Kış Mevsimi’nin başvurularını açacağız. Sizleri de oyuna beklerim :) Oyunun duyurusunu 21 Aralık’ta https://egitimsart.blog adresinde bulabilirsiniz.
Sizlerin de iyi örnekleri duymaya can atıyorum. Paylaşırsanız çok mutlu olurum.
“Doğa” kavramının icat edildiğine yönelik yayınlar da kavrama yönelik eleştiriler de artıyor. Bununla birlikte yaygın kullanımı nedeniyle yazımda “doğa”yı kullanmayı özellikle tercih ettim. Bu kavrama olan eleştirileri belki ayrıca tartışma fırsatı buluruz. O zamana kadar bu kavram çevresinde dönmeye, bu kavramla dans etmeye devam edelim.
Burcu Meltem Arık hakkında
Amanos Dağları’nın yamacı, Asi Nehri’nin kollarında doğup büyüdü. Kimya eğitimi aldı. Kuş gözlemcisi, haiku ve doğa delisi. Eğitim politikaları, çevre/doğa eğitimi, sürdürülebilirlik eğitimi, iklim değişikliği eğitimi, doğa oyunları, ekolojik okuryazarlık ve biyomimikri konularında çalışıyor. 2017’den bu yana Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi’nde üniversite öncesi örgün eğitim politikalarına yönelik veriye dayalı izleme çalışmaları yürütüyor. Öncesinde Doğal Hayatı Koruma Derneği, Doğa Derneği, UNEP, TEMA Vakfı, ÇEKÜL Vakfı ile çalıştı. 2015–2020 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Ekolojik Okuryazarlık ve Sürdürülebilirlik ile Biyomimikri dersleri verdi. Doğa Oyunları Evi kurucu ortağı ve aynı zamanda Doğa Arkadaşımın Kutusu oyununun kurucusu. IUCN Commission on Education and Communication ve Common Worlds Research Collective üyesi. Network of Education Policy Centers (NEPC) ve Roots and Shoots Türkiye yönetim kurulu üyesi.
Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.