Çar, 11/22/2023 - 14:01 tarihinde halukgoksel tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

#DeğişimÖğretmenle Hikayeleri

Hazırlayan: Fulden Ergen

Merhaba,

Ben Fulden Ergen, Öğretmen Ağı İletişim Koordinatörüyüm. Her 24 Kasım’da, öğretmenleri ve öğretmenlik mesleğini kutlayan paylaşımlar yapıyoruz. Bu kez, Öğretmenler Günü yaklaşırken, öğretmenlerin yarattığı değişim hikâyelerini ve bu değişimi nasıl mümkün kıldıklarını anlatmak istedik. Neden mi?

Öğretmen Ağı’nın sloganı, “#DeğişimÖğretmenle Başlar”. Ancak bu yalnızca bir slogan değil. Biz her gün, öğretmenlerin yarattığı değişime yakından tanık oluyoruz. Derslerde, okullarda, veli toplantılarında, sivil toplum etkinliklerinde, kantin sırasında ya da öğretmenler odasında, hayatın olağan akışında seyreden ama bir o kadar da olağanüstü değişimler bunlar. Peki bu değişimleri mümkün kılan ne? Öğretmenler karşılaştıkları sorunu değiştirmeye nasıl karar veriyor, “ben bunu değiştirmek için bir şey yapmalıyım.” diyor? Daha da önemlisi, “Bir şey yapmalıyım!” dedikten sonra, nasıl yol alıyor? Kimler öğretmenlerin değişim yolculuğuna eşlik ediyor?

Gelin, bu soruların cevaplarını, Öğretmen Ağı Değişim Elçisi öğretmenlerin değişim hikâyelerinde arayalım. 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne dek her gün bir yeni hikâyeyi ekleyeceğimiz bu sayfada yer alan öğretmenlerin hikâyeleri umarız sizlere de ilham verir.


Ergün Karaca, fen bilimleri öğretmeni olarak görev yaptığı okulda kız çocuklarının sahip oldukları imkanların kısıtlı olduğunu fark etmiş. Her çocuğun toplumsal cinsiyet eşitliği düşüncesi ile büyümesi gerektiğine duyduğu inanç, Karaca’yı harekete geçirmiş.

İlk iş olarak, sınıfındaki kız ve oğlan çocuklarının birbirleri ile iletişimine odaklanmış. Karaca öncelikle, sınıfta yaptığı konuşmalar, düzenlediği etkinlikler ve TÜBİTAK 4006 Bilim Fuarı ile kız ve oğlan öğrencilerin birbirleri ile iletişiminin iyileşmesine çalışmış. Bulunduğu köy ve ilçeden başka yere gitme fırsatı olmayan 12 kız öğrencisini de kendi imkanları ile şehir merkezine götürmüş, öğrencileri ile birlikte sinema günü yapmış. Hayatlarında ilk kez üç boyutlu film izleyen kız öğrencilerinin mutluluğu, Karaca’nın “İyi ki öğretmenim” dediği olaylardan bir tanesi olmuş.

Ergün Karaca, hem görev yaptığı köydeki insanların, hem oğlan öğrencilerinin tutumlarındaki değişimin, kız çocuklarının gördüğü desteğin arttığının bizzat tanığı olmuş. Karaca her zor duruma düştüğünde kız öğrencileri ile yaşadıkları güzel anıları hatırlayarak kendini güçlü hissediyor ve o zamandan beri toplumsal cinsiyet eşitliğini öğretmek için çabalıyor.


İzmir’de bir devlet okulunda sınıf öğretmeni olan Yasemin Kılıç’ın neredeyse her gün karşılaştığı sorun, öğrencilerinin özellikle de etkinliklerden sonra sınıfı kirli bırakarak çıkması imiş. Kendisi uyarmadığı sürece öğrencilerin inisiyatif alıp, çöplerini atmadığını fark etmiş. Çocukların kendilerinin bu sorumluluğu üstlenip, bir öğretmenin uyarısı olmadan nasıl çöplerini atıp, sınıfı temiz bırakmasını sağlayabilirim diye düşünürken, artık bir şey yapmalıyım demiş ve bu soruna yaratıcı bir çözüm geliştirmiş.

Okulun temizlik personeli ile durumu konuşan Kılıç, bir akşam sınıfın çöpünü sınıfın tam ortasında bir yığın olarak bırakmalarını rica etmiş. Ertesi gün okula gelen çocuklar sınıfın tam ortasındaki kocaman çöp yığınını gördüklerinde şaşırmış, neden çöplerin bir yığın olarak böyle bırakıldığını düşünmeye başlamışlar. Temizlik personeli görevini mi yapmamıştı? Ama yapmasa çöpler etrafta olurdu, neden ve nasıl sınıfın ortasına kadar bu kadar çöp gelebilirdi ki? Sorular gittikçe çoğalsa da çöpler azalmadığından, çocuklar harekete geçmiş. Sınıftaki fırça ve kürekle tüm çöpleri temizlemişler. Yasemin Kılıç sınıfa girdiğinde, öğrencileri karşılaştıkları çöp yığınını ve tüm sınıfı nasıl temizlediklerini anlatmışlar. Ancak hala onlar için yanıtlamayan önemli sorular varmış, bu çöpler neden ve nasıl sınıfın tam ortasına bırakılmış?

Yasemin Kılıç, çöp yığınının öğrencilerin kendisine ait olduğunu söyleyince tüm öğrencileri çok şaşırmış. Kendi çöplerinin bir araya getirince nasıl bir yığın oluşturduğunu bir kez fark ettiklerinde, bir daha Kılıç’un uyarmasına gerek kalmadan herkes çöplerini ait olduğu yere, çöp kovasına atmaya başlamış. Kendi sorumluluklarının farkına varan ve bunun için tıpkı öğretmenleri gibi ‘Bir şey yapmalıyım’ diyen öğrenciler, birkaç ay sonra okuldaki en temiz sınıf ödülünü dahi almış.


Adana’da bir köy okulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapan Esra İçtüzer Şener’in ‘Bir şey yapmalıyım!” demesine, öğrencilerinin nitelikli çocuk edebiyatı eserlerine ulaşamaması sebep olmuş.

“Hep bir şeyler eksik kalıyordu” diye düşündüğü için, öğrencileri ile bu konuyu konuşmuş ve bunun için neler yapabileceklerini birlikte düşünmeye başlamışlar. Görev yaptığı köydeki öğrencilerinin edebiyat eserlerine erişebilmesi için, sosyal fayda sağlamayı hedefleyen çeşitli kurumlara mektup yazıp yollamaya başlamış.

Başlangıçta yolladığı mektuplara hiçbir yerden yanıt gelmemesi, Esra İçtüzer Şener’in yalnız hissetmesine ve neredeyse umudunu kaybetmesine neden olmuş. Okuldaki meslektaşları ve çevresi, bu süreçte İçtüzer Şener’in en büyük desteği olmuş. Nihayetinde yolladığı mektuplar karşılığını bulmuş ve çok fazla sayıda kitap okula ulaşmış. Kitapların tasnifi, envanter kaydının yapılması, kitaplara exlibris hazırlanması için kolları sıvamış. Bu süreçte yalnız da değilmiş üstelik. Eşi ve kızkardeşinin desteği ve okul müdürünün yenilikçi bakış açısı da Esra İçtüzer Şener’e güç ve güven vermiş.

Öğrencilerinin nitelikli edebi eserlere ulaşması için başlattığı Kitap Zinciri, sadece Esra İçtüzer Şener’in değil, başka mahalle ve köy okullarındaki pek çocuğa ulaşmış. Fırsat eşitliğinin sağlanması için gerekli olan sistemsel dönüşümü tek bir çalışma ile gerçekleştirmek elbette ki mümkün değil. Fakat Kitap Zinciri’nin yarattığı etki, fırsat eşitliğinin nasıl sağlanabileceğinin küçük ölçekli ve kendi aralarındaki bir örneği olmuş. Kitap yollayan destekçiler, okula farklı destekler ve ziyaretler de gerçekleştirmiş. Kitap Zinciri’nin başladığı dönem 2. sınıfta olan öğrencilerinin her biri, süreçte kendi güçlerini fark etmiş. 8. sınıfa geldiklerinde girdikleri sınavlarda çeşitli liselere girmeye hak kazanan öğrencilerinin akademik başarısında, Kitap Zinciri’nin etkisi olduğunu da düşünüyor.

Kitap Zinciri’nin dönüştürdüğü yalnızca Esra İçtüzer Şener’in öğrencileri değil, bizzat kendisi olmuş. “Dönüştürücü gücümü hissettim, ‘yaratıcı özgüven’ dediğimiz şey oldu. Beni blog yazmaya ve yeni cesur girişimlerde bulunmaya götüren bir süreç oldu.” Esra İçtüzer Şener’in blog hesabını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.


Fevziye Polat Dağ Ersu’nun değişim hikâyesi, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yaptığı lisede başlıyor. Görme engelli öğrencisi Enes’in, İstanbul Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi’nin düzenlediği Türkiye Liseler Arası Edebi Eser Seslendirme Yarışması’na katılması için harekete geçmiş.

Fevziye Polat Dağ Ersu ve öğrencisi Enes için esas yarışma, hazırlık süreci olmuş. “Herkes yürürken, biz Enes ile koşmak zorundaydık” diyor Dağ Ersu. Çünkü Enes, diğer öğrencilerden farklı olarak seslendireceği metni ezberlemek zorunda kalmış. Seslendirme esnasında önemli olduğu bilinen jest ve mimikleri, imkanları ölçüsünde kullanabilmiş. Sonunda Enes yarışmada finalistler arasına girmiş.

Enes yarışma finaline canlı yayın ile katılmaya hak kazansa da, diğer yarışmacılardan farklı bir sisteme sahip olan bilgisayara sahip olduğu ve okuluna yeterli imkanları bulunmadığından çok da verimli bir final geçirmemiş ve nihayetinde yarışmayı kazanamamış. Peki değişim yaratmak için kazanmak mı gerekir? Fevziye Polat Dağ Ersu için Enes’in yarışmaya katılması, değişim ta kendisi olmuş. Üstelik bu değişim, Dağ Ersu’nun görev yaptığı Antalya’da ödüllendirilmiş. Antalya Tekelioğlu İl Halk Kütüphanesi Gör-İşit Bölümü müdürlüğü, okuma gönüllülerinin de katıldığı bir toplantıda Enes’e başarı belgesi takdim etmiş. Dağ Ersu için kör öğrencisinin kitap seslendirme yarışmasına katılması, vazgeçmemeyi ve koşullar ne olursa olsun başarıya ulaşabileceğinin kanıtı olmuş.


Bir devlet okulunda, ortaokul kademesinde özel eğitim öğretmeni olarak çalışıyor Belgin Sevgi İçyüz. Onun değişim hikâyesini başlatansa, okullardaki kapsayıcı uygulamaların, kaynaştırma ve bütünleştirme uygulamalarının kağıt üzerinde kalması olmuş. Hak temelli bir yaklaşımla, tüm çocukların güvende olduğu, kabul gördüğü ve sevildiğini hissettiği bir eğitim ortamı yaratmak için bir şey yapmalıyım demiş. Okullardaki özgün ihtiyaçlara karşılık gelip gelmediği değerlendirilmeksizin internetten indirilen Bireyselleştirilmiş Eğitim Planlarının (BEP) yerini, çocuğa uygun ve onun ihtiyaçları göz önüne alınarak hazırlanmış BEP’ler alsın istemiş.

Belgin Sevgi İçyüz, yola meslektaşlarını, velileri hatta öğrencilerini dahil ederek başlamış. Onlara eğitimler vermiş, alanında uzman akademisyenleri ve öğretmen arkadaşlarını davet ederek hem çevrimiçi hem yüz yüze seminerler gerçekleştirmiş. Tüm çocuklarla bir arada, orff, ebru, taş boyama, alçı, drama atölyeleri yapmış. Bu atölyelerle hem farkındalık hem de bilgilendirme sağlamış. İçyüz’ün yolculuğu kolay olmamış elbet. Karşısına çıkan en büyük engel, kalıp yargıların kendisi olmuş. Olumsuz tutumlara sahip ya da konfor alanından çıkmakta zorlanan meslektaşları ve okul idarecileri ile de karşılaşmış. Ancak hiçbir çocuğun birbirini yargılamadığı, herkesin birbirini farklılıkları ile birlikte kabul ettiği bir okul hayali İçyüz’e devam etme gücünü vermiş. Nasıl ayrımcılık aslında çocukların sahip olduğu değil, öğrendiği bir şeyse; saygının, adaletin, fırsat ve imkan eşitliğinin öğrenildiği bir ortam yaratarak acıma değil, hak temelli bir eğitim ortamı kurmaya çalışmış.

Sonuçta ne mi olmuş? Çocuklar değişmiş, öğretmenler değişmiş, okul idarecileri değişmiş. Özel eğitim sınıfının bulunduğu koridora yolu düşmeyenlerin ziyaretleri artmış, çocuklar sınıfa gelmek için yarışır olmuş. Pek çok okul idarecisi için, özel eğitim sınıfları çalışmaları anlatılan gurur kaynağına dönüşmüş. Kaynaştırma öğrencileri okulda daha görünür hale gelmiş. Kaynaştırma öğrencileri için daha fazla öğretmen “Daha farklı neler yapabilirim?” diye sormaya, İçyüz’den destek istemeye başlamış. Özel eğitim alanına aşina olmayan pek çok meslektaşı, çalışmalarını yaygınlaştırmaya, kendi becerileri doğrultusunda İçyüz’ün sınıfına ya da okuluna atölye yapmaya gelmiş.

İçyüz “Yalnız değiliz ve birlikte sorun olarak görülen her şeyi, en güçlü yanımız yapabiliriz” diyerek çıktığı yolu, çok daha kalabalık yürümeye başlamış. Yıllardır kendisini yalnız hisseden, sessiz kalan, değişim isteyen ama bunu yapmaya cesaret edemeyen birçok meslektaşı, onun en büyük destekçisi olmuş. Bu hikâyede tek değişen okuldaki eğitim ortamı değil, bizzat kendisi olmuş:

“Kendime güvenim arttı. Tek kişinin bile okulun, ilçenin, ilin iklimini değiştirebileceğini, başkalarının en büyük destekçisi olabileceğini, özel eğitimin yük değil, avantaj olabileceğini gördüm ve inandım. Değişime inancım ve umudum arttı. Daha büyük bir hevesle, daha büyük bir güçle çalışmaya devam ettim.”


Gaziantep’te bir devlet okulunda sınıf öğretmeni olan Onur Sulu’nun değişim hikâyesi, pandemi dönemine uzanıyor. Sulu, herkesin evlere kapandığı dönemlerde uzakları yakın kılmanın, sınıfların dışına çıkmanın vaktinin geldiğini düşünmeye başlamış. Aklında “Çevrimiçi dersleri durağan kurgusundan kurtarmalıyım” sorusuyla, zamanın ve mekanın sınırlarını aşmanın yollarını aramış ve bulmuş.

Öğrencileri ile yüz yüze bir araya gelemediği dönemde, çevrimiçi derslerini Türkçe dersindeki kazanımlara uygun olacak şekilde, farklı mekanlarda işlemiş. Çocukların çevresindeki el sanatlarını tanıması mı? Bakırcılar Çarşısı’nın yolunu tutmuş. Kutnu kumaşının öyküsünü bizzat zanaatkarlar çocuklara aktarmış. Kendir ipinin yapımını dersine konu etmek için, mağarada canlı ders yapmış.

Onur Sulu, kutnu kumaşı atölyesinde dersini yapıyor

Zamanın ve mekanın kısıtlarını aşma yolunda, farklı mekanlarda işlediği derslerine, müşteriler, bakır atölyesinde çalışan mülteciler de dahil olmuş. Derslerini atölyelerin bir parçası haline getirerek, işleme sanatlarının görselliğini yansıtmanın yanı sıra, çokkültürlü yaşamın olanaklarını öğrencileri ile birlikte deneyimlemiş.

‘Çoklu bir mekan algısı’ hissiyle derslerini atölyeye ve mağaraya taşıyan Onur Sulu, zaman zaman ulaşım, alt yapı yetersizliği, derslere katılımın düşmesi gibi zorluklarla da karşılaşmış. Fakat, okul müdüründen çevrimiçi derslerini yaptığı iş yeri sahiplerine, meslektaşlarından velilere, işçilerden Gaziantep’in köklü zanaatkarlarına kadar pek çok kişinin desteğiyle derslerini zaman ve mekanın kısıtlarını aşarak gerçekleştirmiş.

Onur Sulu ve öğrencileri, pandemi gibi zor bir dönemde dahi, eğitim ve öğretimin okul dışına da çıkabileceğini deneyimlemiş. Çocuklar, veliler ve öğretmenlerle birlikte mekan kavramını yeniden tasarlama imkanı bulmuş. Ulaşamayacağını bile düşündüğü yerleri ulaşılabilir kılarak tartışmanın, çokkültürlülüğün zenginleştirici ve geliştirici anahtarlarından birinin eğitim olduğunu yeniden deneyimlemiş. Sulu, “Sınırların dışına çıkmanın, çizgilerin üstüne basmanın yaratıcılığı besleyen tavırlar olduğunu biliyordum ve defalarca deneyimlemiştim ama bu defa yaratıcılığın süreklileşmesini sağlayan pratik iradeyi yakaladım” diyor.


Mersin’deki bir devlet okulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapıyor. Sınıfında, ana dili Türkçe olan çocuklar gibi Arapça olan çocuklar da var. İlkokul çağındaki çocuklar için ana dilleri olmayan bir dili öğrenmek güç bir süreç olabiliyor. Hele de farklı bir alfabesi olan bir dilde öğrenim görmek işleri daha da güçleştirebiliyor, çünkü ilkokulda sıkça kullanılan görsel materyaller çocuklar için karmaşık olabiliyor. Serpil Hizmetçi de, ana dili Arapça olan çocuklara, alfabeyi Türkçe olan kelimelerin görselleri ile öğretmeye çalışmanın zorluğunu fark etmiş. “Aynı anda sınıfımdaki bütün çocuklara bu harfleri öğretmem gerektiği için bir şey yapmalıyım diye düşündüm” diyerek harekete geçmiş.

Hizmetçi ilk olarak, kendi yaşadığı problemleri başka öğretmenler de yaşıyor mu diye merak etmiş ve bir anket çalışması yapmış. Ankete katılmaya gönüllü olacak fazla sayıda öğretmene ulaşamasa da, katılanlar sayesinde ihtiyaçları belirlemiş. Ardından, bu konuda kendisine yardımcı olabilecek birilerini aramaya başlamış ve üniversitesindeki hocası Prof. Ayten İflazoğlu’nun yanına gidip durumu ona anlatmış. Çukurova Üniversitesi’nden, tıpkı Serpil Hizmetçi gibi anadili Arapça olan iki akademisyenin desteğiyle, Türkçe ve Arapça’da ortak olan kelimeleri bularak görsel materyaller hazırlamış.

Serpil Hizmetçi’in ana dili Arapça olan çocuklara yönelik hazırladığı görsel materyaller, tüm öğretmenler tarafından kullanılabilir. Uygulamaya dair sorularınız için info@ogretmenagi.org adresine e-posta ile ulaşabilirsiniz.

Materyaller hazırlanmış hazırlanmasına da, ihtiyaç duyan öğretmenlere ulaşması bir o kadar zor olmuş. Özellikle çalışmaları için yeterli vakit ayırmaması, Serpil Hizmetçi’nin karşılaştığı en büyük engellerden bir tanesi olmuş: “Elimde her iki dil ile ilgili ortak kelimeler ve görsel materyaller vardı. Ama kimsenin bunları incelemeye zamanı yoktu.”

Öğretmenler mesleki yaşamlarında pek çok problemle karşılaşıyor. Bu problemlere yönelik en etkili çözümleri de yine öğretmenler geliştiriyor. Hizmetçi, geliştirdiği görsel materyalleri yaygınlaştırmakta zorlansa da, materyalleri kullanan, ulaşabildiği bütün öğretmenlerden aynı dönüşü almış; materyaller öğrencilerin sesleri öğrenmelerine katkı sağlamış. Kendi sınıfındaki ana dili Arapça olan öğrenciler unuttukları harfleri hatırlamak için görsel afişlere her baktığında, onlar için iyi bir şey yaptığını anlamış.

Serpil Hizmetçi ana dili Arapça olan çocuklara yönelik görsel materyal hazırlama yolculuğunu mümkün kılan, bir çocuğun ya da bir öğretmenin kendisini daha iyi hissetmesi için bir şey yapmak istemesi olmuş. “Bir görsele baktığında, kendi dili ile bulunduğu ülkedeki dilde ortak olan kelimeleri telaffuz eden bir çocuğun mutluluğunu görmek, benim için çok değerliydi.”