Bir Öğretmenin Salgın Güncesinden
Yazar: Esra Ertan
Bu yazıyı yazmakta geç mi kaldım bilemiyorum. Kendi iç zamanıma göre sorguladığım bu yazı çabamı, bir öğretmen olarak salgın sürecinde düşünerek, bol bol düşünerek ortaya çıkardığımı ifade etmeliyim öncelikle. Salgın, eş zamanlı yaşadığımız süreç içerisinde öğrencilerimle uzaktan kurmaya çalıştığım ilişkinin boyutlarını çok değiştirmemekle beraber repertuarını genişletti, çoğalttı. Süreçle uyumlu bir şekilde koşulları yaşamaya çalışırken, salgının gelecek günlerdeki eğitim anlayışımı, ideallerimi nasıl biçimlendireceğini, neleri ön plana çıkaracağını, bunları yaparken nasıl birine dönüşeceğimi ya da portföy dosyama nelerin ekleneceğini de düşünmeye, anlamaya çalıştım. Öncelikle bu süreçte öğrencilerimle ve velilerimle ne yapmaya çalıştım? Neyi önceledim? Neyi azalttım ya da çoğalttım? Bu soruların yanıtlarını toparlamak için geldiğim mesafeyi bir yazıyla derlemem gerektiğinin farkına vardım.
Herkesin sık sık ifade ettiği bir şey var. Evet, hayatı kontrol edemiyoruz. Onu yaşarken hangi koşullara karşı ne gibi önlemler alınacağı, nasıl bir tavır takınılacağına dair her zaman iş gören bazı reçetelerimiz, bu salgınla birlikte bize, kızgın bir nehrin dalgaları gibi çarpıverdi. Sarsıldık, şaşkına döndük, anladık, anlamadık, heyecanlandık… Ve daha kim bilir hangi duygu durumlarına evrilecek. Bu süre zarfında farklı sosyal, ekonomik, kültürel bünyelere sahip aileler de çocukları için bir takım kararlar, önlemler almaya başladı. Doğal olarak öyle değil mi? Hızlıca, salgının görüldüğü tüm ülkelerde birçok iş sektörü gibi eğitim dünyasında da uzaktan/online eğitime geçildi. Eğitimle ilgili karar süreçlerimizde kullandığımız materyal, döküman ve dijital araçlar, çeşitliliğiyle bize pek çok öğretim fırsatı sundu. Sunmaya da devam ediyor. Ancak en hızlı, en işlevsel, en yaygın eğitim/öğretim araçlarını kullansak bile burada önemli olan şey bana kalırsa, bu araçlara katacağımız, kişiselleştireceğimiz, dönüştüreceğimiz unsurların toplamı diye düşünüyorum. Mesleğinde yirmi dördüncü yılını doldurmak üzere olan bir öğretmen olarak bu tespitimi ne kadar gerçek kılabildim bilmiyorum, açıkçası bunun yanıtını da çok önemli bulmuyorum. Galiba aslolan şey gayretin kendisi. İşte bu gayreti taze ve diri tutmayı önemli buluyorum.
Peki çocuklarla bu süreçte ne yapmaya çalıştım? Neler yapmaya devam ediyorum? Öncelikle salgın öncesi, henüz biz okullardayken öğrencilerime bu sürece dair gerçekçi açılımlar yapmaya çalıştım. Nelerle karşılaşabileceğimizi, önlemlerle, yaşam tarzımızdaki bazı değişikliklerle ve birbirimizle endişelerimizi, umutlarımızı konuşmamızın önemli olduğuna dair bir gündem yarattım. Bu gündemi bazı yaşam pratikleriyle tamamlamaya çalıştım. Süreklilik kazanan el ve yüzey hijyeni, ortam havalandırma, kişisel alan koruma gibi işe yarayan, bilinç kazandırıcı ufak uyarıcılar. Dolayısıyla çocuklar bu süreçte bir burukluk, şaşkınlık sonrasında iç sıkıntısı, neşe, kaygı, heyecan gibi birbirleriyle iç içe geçmiş duyguların arasında, zor zamanların koşullarına katlanmayı, onunla yaşamayı deneyimlediler.
Peki bu süreçte neler hissediyor çocuklar? Gerçekten bu duygu karmaşasının izlerini, onların tutumlarında, ödevlerinde takip edebilir miydim? Bunun için kendime şöyle bir kriz planı hazırladım.
Öğrencilerimden ve velilerimden uzak olmanın ve eğitimci olarak uzaktan onlara nasıl destek olacağımı sürecin başında idrak edemediğimi, doğal olarak kendimin ve tüm sevdiklerimin sağlıkla kalması endişeleri arasında eğitimci olarak hangi yola gireceğime karar veremediğimi fark ettim. Her şey fazla yorucu gibiydi. Duyguların yoğunluğu yorucu gibiydi. Ancak kısa zamanda duygularımı susturmadan geri planda beklemeye aldım. Her daim sahada olmaları işimi kolaylaştırmıyordu. Bununla birlikte duygularıma her gün baktım, onlarla konuştum, şefkat gösterdim. Krizi kontrol etme becerim yeni bir seyir aldı böylelikle. Ve bana sunulan dijital iletişim imkânlarımı –herkes gibi- kullanarak öğrencilerime ulaşmaya çalıştım. Her gün aktif iletişim kurdum. Ufak yönergeler verdim, ev ödevleri nasıl olma(ma)lı bunun üzerine düşündüm, araştırdım, örnek olabilecek etkinlikleri kendime göre geliştirdim ya da olduğu haliyle kullandım. Velilerimle her gün aktif iletişim kurmaya çabaladım. Bazı günler duygusal motivasyon için bazı günler akademik içerikler için. Bana ulaşan ödev ve etkinlikleri tek tek inceledim, sonuçlarını akademik süreklilik için öğrencilerime ve velilerime raporladım. Ve böyle gelişen süreçle ev bir öğrenme mekânına dönüştü. Mutfaktaki baharat kavanozlarından, şehirdeki müzelere, doğal malzemelerden kurabiye yapımından origamiye, kendi öykülerini yazmaktan dans koreografilerine kadar esnek aktivitelerle erişebildiğim pek çok şeyi denemeye çalıştım. Hayatı, yaşamı onlara kazandırdığı duygularla, becerilerle öğrenmelerini, bunu yaparken nerede olursak olalım mekânın bir hafıza, bir öğrenme mekânına dönüşebileceğini kendime sürekli hatırlattım. Ve çocuklarla konuştum. Her hafta etkinlikleriyle, gönderileriyle sesini duyamadığım öğrencilerimi telefonla aradım.
Uzaktan eğitim sürecinde öğrencilerime verdiğim etkinliklerin akademik bir süreklilik sağlamasıyla beraber onların salgın sürecinde bu etkinlikler vasıtasıyla nabızlarını tutabilir miyim diye düşündüm ve bunu bir ölçüde yapabildiğimi gördüm. Sözgelimi kitap okuma etkinliği sonrasında onlarla yaptığım çalışma aracılığıyla okumak için hangi kitapları tercih ettiklerine dikkat ettim. Bir kısmının evde olmanın/kapalı kalmanın tesiriyle seyahat-gezi/macera içerikli kitapları okuduklarını gördüm. Bir kısmının da uzay-evren konulu kitaplar okuduklarını tespit ettim. Demek oluyor ki realitenin baskınlığı ve uzun süre evde kapalı olmak, bir takım alışkanlıkları değiştiriyor ya da belirliyor. Kitap kahramanlarının duygularıyla ilgili bir liste oluşturmalarını istediğimde ise öne çıkan dört duygu vardı. Korku, kaygı, özlem (onların deyişiyle hasret), merhamet/sevgi. Salgın, çocukların kitap okuma sürecini de dönüştürmüştü.
Bahsettiğim bu çalışmaları, tanıdığım tanımadığım pek çok meslektaşım, çok uzak yerlerde, çok yakın yerlerde kendi sınırlarını da deneyimleyerek yapmaya, geliştirmeye, düşünmeye devam ediyor. Bu yazıyı yazarken, kendi iç sesim ve kelimeler arasında kurduğum köprü, beni uzaktan deneyimlediğim eğitim/öğretim süreciyle ilgili daha sakin, daha iyi hissettirdi. Yarın yeni bir gün. Belki bu kez dünya dillerinde merhaba diyen bir şarkı yazmalarını öneririm çocuklara.
Bir bilim insanının da dediği gibi, salgın şu günlerde bir mercek oldu bizim için. Kapandığımız mekânlarda akıp giden hayatı izledik, seyircisi olduk. Yaşadığımız gezegenin merhametle, şefkatle yarasını sarmak için insanlık elinden gelen her şeyi yapıyor şu günlerde. En iyi bildiği şeyi yapmaya çalışıyor aynı zamanda. Yaşamaya çalışıyor…
Esra Ertan Hakkında
Mimar Sinan Üniversitesi Tarih bölümü mezunu olan Ertan, aynı üniversitenin Ortaçağ kürsüsünde yüksek lisansımı tamamladı. Halen öğretmenlik yapıyor, sinema ve edebiyat üzerine yazılar yazıyor.