Per, 01/30/2025 - 12:38 tarihinde duygu.topcu@sa… tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

Benim Festival Hikâyem

Merhaba, ben Duygu Topçu. 2024 Yaratıcı Özgüven Festivali’nden kısa süre önce Öğretmen Ağı Kolaylaştırıcı Ekip’ine İçerik ve Etki Sorumlusu olarak katıldım. Bu Festival sürecinde, Öğretmen Ağı topluluğunun ne kadar kapsamlı bir paylaşım ve etkileşim alanı yarattığına bizzat tanık oldum. Festival hazırlıklarından, bu satırları yazdığım ana kadar da Ağ topluluğuyla birlikte öğrenmenin dönüştürücü gücünü deneyimleme fırsatı buldum. Bu yazıda da, sizlerle bu hikayemi paylaşmak istiyorum.

Festivalden Önce: İlk Sorular

İşe henüz yeni başlamıştım. Festival hazırlıkları ise hummalı bir tempoda ilerliyordu. Topluluktaki öğretmenler, haftada iki-üç kez mesai sonrasında buluşup Festival’in içeriğini ve kurgusunu tasarlıyordu. Ekip arkadaşlarım da bu çalışmalara yoldaşlık ediyordu.

Ben ise, bir yandan ekibe uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan da “Festival’in konuklarını ve amacını öne çıkaran bir yazı yazar mısın?” talebine cevap vermeye çalışıyordum. Bu esnada, kafamı kurcalayan bir takım sorular vardı:

  • “Yaratıcı özgüven” tam olarak neydi?
  • Öğretmenlerin yaratıcı özgüveni neden kutlanılası bir meseleydi?
  • Bu Festival, Öğretmen Ağı’nın “değişim yaratma” hedefine nasıl hizmet ediyordu?

Kısa bir araştırma ve ekip arkadaşlarımla sohbetler sonucunda, yaratıcı özgüvenin her insanda var olan bir potansiyel olduğunu ve kişinin beklenmedik durumlar karşısında yeni çözümler üretme ve cesaretle deneme özgürlüğünü ifade ettiğini anladım. Öğretmen Ağı olarak da, öğretmenlerin günbegün karşılaştıkları durumlarda bu potansiyeli nasıl hayata geçirdiklerini görünür kılmak ve onlarla birlikte bu cesaretlerini kutlamak istiyorduk.

Tüm bu cevaplara rağmen, aklımdaki büyük soru bakiydi:

 “Biz bu Festival ile tam olarak ne yapmak istiyoruz?”

Bager Akbay’ın Hikâyesi: İlk Yorumlar

Ben bu soruyla boğuşurken, Festival konuklarından Bager Akbay’ın Öğretmen Ağı podcastine konuk olduğu “Bi’ Çırpıda Yaratıcılık” bölümünü dinledim. Bager, üniversitedeki ilk derslerinde öğrencilerin sınıfta neredeyse hiç aktif olmadığını, fakat ders sonrasında, kafede “akıllarının ışıldadığı” sohbetler ettiklerini anlatıyordu.

Bu çelişkiyi çözmek için, Bager, öğrencilerin deneyimlerini ve ihtiyaçlarını anlamaya çalışmıştı. “Belki geçmişte sınıfta soru sormaya çalışan ya da akıl yürüten öğrenciler dışlanmış veya cezalandırılmıştır,” diye düşünüp, sınıf düzenini baştan aşağı değiştirmişti. Ve kafedeki rahat ortamı sınıfa taşımıştı.

Sonuç? Öğrencilerin katılımı ve üretkenliği gözle görülür bir şekilde artmış.

O günlerde, bu hikâyeyi emekli öğretmen annem ve diğer öğretmen arkadaşlarımla paylaştığımda, “Her öğretmenin böyle koşulları yok tabii” yorumunu alıyordum. Elbette, haklıydılar. 

Kalabalık sınıflar, müfredat baskısı, öğrencilerin öğrenme yollarındaki çeşitlilik bu tür yenilikleri güçleştiriyordu, peki tamam. Ama “bir şeyleri değiştirebilme inancının” (nam-ı diğer yaratıcı özgüvenin) özünde yatan, cesurca yeni yollar deneme güdüsü değil miydi?

Yaratıcı Özgüven’in Nörobilimi: Farklı Bir Bakış

Bu süreçte, bir diğer Festival konuğu Prof. Dr. Türker Kılıç’ın kitabını okuma fırsatı buldum. Bir beyin cerrahı olarak Kılıç, “En etkin beyin cerrahları öğretmenlerdir” diyordu. Çünkü öğrencilerin merak duygusunu harekete geçirerek, zihinlerindeki nöronal bağlantıları zenginleştiren kişiler çoğunlukla öğretmenlerdi. 

Bu cümleyi okuduğum an, ortaokulda yazdığım bir metni okul dergisinde yayımlayan Türkçe öğretmenimi anımsadım. Belki de o öğretmenim beni nasıl daha iyi yazı yazabileceğimi öğrenmeye teşvik etmeseydi, bugün bu satırları yazmıyor olacaktım. 

Böyle düşününce, Bager’in asıl gücünün “sıra dışı” bir yöntem kullanmasından çok, öğrencileri anlamakta ve onlara uygun ortamı yaratmakta olduğunu fark ettim.

Öğretmenlerin her öğrencinin farklı ihtiyaçlarını görüp, bu doğrultuda merak uyandıracak şekilde eyleme geçme cesareti, kutlamaya değer bir meziyetti. Zira, bu meziyet yalnızca öğrencilerin gelişimine değil, toplumsal dönüşüme de katkı sağlayabilir

Bunun için, elbette öğretmenlerin kendi meraklarını ve zihinsel esnekliklerini koruması, “Ben de hâlâ öğreniyorum” diyen bir alçakgönüllülükle hareket etmesi ve destekleyici bir öğrenme ortamına sahip olması önemliydi. 

Böylelikle, Festival’in Hata Ödülleri oturumu giderek anlam kazanmıştı. Ödül töreni risk almayı ve hata yapmaktan korkmamayı teşvik etmenin kıymetini vurgulayacaktı.

Festival’den Sonra Olanlar:

Topluluğa Yakınlaşma 

24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Zorlu PSM’de düzenlenen Yaratıcı Özgüven Festivali, bana o güne dek düşündüklerimin gerçek hayatta nelere tekabül edebileceğini gösterdi.

“#YaratıcılıkBununNeresinde” oturumlarına ara verdiğimiz her fırsatta, öğretmenlerin yanı sıra akademisyenler, sivil toplum temsilcileriyle tanışma fırsatı buldum. Festival ortamının etkileşim odaklı tasarımı, eğitim ekosisteminden insanlarla tanışmamı ve fikir paylaşımında bulunmamı sağladı. 

Festival’in ardından ise, Festival’in gündemindeki konular, çevremdeki insanlarla yaptığım sohbetlere yansıyarak, günlük hayattaki ilişkilerime dokunmaya başladı. Bu sohbetler arasında, beni en mutlu edenlerinden biri, ekip arkadaşım Doğacan Düğmeci ile olanıydı. 

Doğacan’la yapay zekânın sadece insanlığın kullanabileceği bir “araç” olmadığı, aynı öğrenme dünyasını paylaştığımız bağımsız bir aktör olabileceği hakkında birkaç kere konuştuk. Bager Akbay’ın “ödevleri yapay zekâ yapacak diye korkmaktansa, öğrencilere yapay zekadan faydalanmalarını sağlayacak, doğru soruları sormayı öğretmeliyiz” sözünden, Kılıç’ın “Her bilgi işleyen sistem bir zekâdır” yaklaşımından dem vurduk. Ekibe yeni katılmış biri olarak, Doğacan’la sohbetlerim, beni ekibe, yani topluluğa biraz daha yakınlaştırdı. 

Topluluğu Anlama 

Festival’de sayesinde kurduğum bu bağlar beni topluluğa yakınlaştırmıştı, elbette. Ancak, gerçek anlamda topluluğu anlamak, bu bağların ötesine geçip, topluluktakilerin hikâyelerine kulak vermemle başladı. Topluluğa dair algım giderek değişti. Özellikle de, öğretmenlere ve onların yaratıcı özgüvenine bakışım başka bir yöne evrildi. 

Bu yolculuğumda bana ilham veren deneyimlerden biri, Festival’de #YaratıcılıkÖğretmenliğinNeresinde oturumunda sahne alan Türkçe öğretmeni Piya Şirin’in 5. sınıf öğrencileriyle ilgili anlattığı hikâyeydi. Günlerden bir gün Şirin’in öğrencileri kadın cinayetlerine dikkat çekmek istediklerini söylüyor. Şirin ilk başta ne yapacağını tam kestiremese de, öğrencilerinin duyarlılığını ciddiye alıyor ve sürece rehberlik etmeye başlıyor. Küçük saha araştırmaları, veli görüşmeleri ve okul içi afişlerle başlayan süreç, “Basın açıklaması yapalım!” diyen bir öğrenci topluluğuna kadar varıyor. 

Bu hikâye, bana öğretmenlerin yaratıcı özgüveninin belki de öğretmenlik mesleğinin en değerli özelliklerinden biri olduğunu düşündürttü. Şirin, yıllarca farklı yaş gruplarıyla etkileşime girerek, öğrencilerin tutum ve ihtiyaçlarına dair geniş bir gözlem repertuarı edinmişti. Tıpkı beynin sürekli yenilenen nöronal bağlantıları gibi, bu birikim de, onun cesur kararlar almasına ve yeni yollar denemesine olanak sağlıyordu. 

O gün bugündür, öğretmenin kendi birikimine güvenerek, yenilikçi yollar bulmasının büyük bir cesaret örneği olduğunu düşünüyorum. İşte bu yüzden, öğretmenlerin yaratıcı özgüvenini kutlamak önemli— kaldı ki bu özgüven, yalnızca sınıfın içindeki değil, toplumsal dönüşümün de tam orta yerinde yer alıyor. 

Toplulukta Var Olma Hâli

Festival hazırlıklarından bu yazının son hâline gelene dek, yaratıcı özgüvene, yapay zekâya ve öğretmenlik mesleğine dair düşüncelerim pek çok kez dönüştü. İlk başta yaratıcı özgüven kavramını yalnızca sıradışı yöntemlerle ilişkilendirirken, zamanla asıl gücün öğrenciyi anlamayı sağlayacak birikimde yattığını fark ettim. Dahası, bunun öğretmenlerin belki de en kıymetli özelliği olduğuna canı gönülden inanmaya başladım.

Hem ekip arkadaşlarımın hem de Festival’de tanıştığım öğretmenlerin paylaştığı her fikir, “Heee şimdi anladım!” dediğim anlarımın sayısını artırdı. Doğacan’la yaptığım sohbetler ve çevremden aldığım geri bildirimler sayesinde hem topluluğu anlamaya hem de kendimi bu topluluğun bir parçası olarak görmeye başladım. Topluluğu daha iyi anladıkça, bu yazıya dâhil ettiğim samimiyet ve cesaret de arttı.

Tam da bu süreçte, “Ben bu topluluk içinde nasıl var olabilirim?” sorusuna da cevap aradığımı fark ettim. Aslında bu blog yazısının tonu, içeriği, biçimi de bu soruya verdiğim bir tür cevap olsa gerek. Topluluk içindeki dönüşümümü yazmak, hem burada var olma hâlimi ortaya koyduğunu, hem de kendimi topluluğa daha da yakın hissettiriyor.

Sonuç & Teşekkürler

Bu yazı, yalnızca bir Festival deneyiminin ötesinde, topluluğun gücüyle dönüşen bir yolculuğun ifadesi diyebiliriz. Bu yolculukta bana rehberlik eden tüm ekip arkadaşlarıma, Festival’de tanıştığım ve ilham aldığım öğretmenlere, fikirlerini cömertlikle paylaşan herkese teşekkür ederim. Zira, paylaştığım bu hikâye, yalnızca bana değil, bu topluluğa da ait.

Dilerim ki bu yazı, sizleri de yaratıcı özgüvenin peşine düşmeye ve bir dönüşüm yolculuğuna çıkmaya teşvik eder.