Çar, 11/22/2023 - 14:01 tarihinde halukgoksel tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

2018–2019 Eğitim Öğretim Yılına Başlarken

Yazar: Ahmet Çimen

Öğretmenlik mesleğine yeni başlayan arkadaşlar için ilk okula başladığımda duyduğum heves ve heyecanımı paylaşmak istiyorum. Tunceli’nin (Dersim) Ovacık (Ermenice Pulur) ilçesindeki Yaylagünü köyünün yedi mezrasından biri olan Şorsvenk (Ermeni köyü) mezrasında, annemin söylediğine göre 19 Aralık 1973, kimliğime göre ise 1 Mayıs 1974’te dünyaya gelmişim. Köyümüzün okulu olmasına rağmen, mezramızdan uzak olduğu için eğitim — öğretim gereksinimimizi ilçe merkezindeki yatılı ilköğretim bölge okulunda gideriyorduk.

Okuldan dönen büyüklerimiz bizde büyük bir hayranlık uyandırıyorlardı. Bize bilmediğimiz bir dilde (Türkçe) hitap ediyorlar, sürekli bizden daha fazla şey bildiklerini belli ediyorlardı. Sık sık bu bilgilerini göstermek için biz okula gitmeyenleri test ediyorlardı. Örneğin:

“Sima ki zana nama do’i çi go?” (Siz ki bildiniz ayranın adı nedir) gibi soruları bize yöneltiyor ve mecburen doğru cevabı kendileri veriyorlardı. Bu testin sonunda anlıyorduk ki, okula gidenler çok şey öğreniyorlardı ve onlar bizden daha bilgililerdi.

Birçok defa rüyalarımda ayı ve kurt gibi vahşi hayvanlar görürdüm, bana ve birlikte vakit geçirdiğim arkadaşlarıma saldırırlardı. Her defasında, arkadaşlarım kaçardı ama ben kaçamazdım. Rüyamda gördüğüm vahşi hayvanlar, ister ayı isterse de kurt olsun, beni yakalayacakken, tam da umudumu kaybettiğim o anda, gizemli bir el beni alır cebine koyardı. Beni her seferinde kurtaran bu elin sahibinin yüzünü göremezdim. Gördüğüm tek şey, beni kurtaranın siyah bir önlük giydiği ve beyaz bir yakalık taktığıydı. Beni her defasında kim kurtarıyordu? Tanrı. Evet evet o gördüğüm Tanrı idi. Tanrı siyah önlük giyiyor beyaz yakalık takıyordu. Peki neden Tanrıydı gördüğüm?

Çünkü büyüklerimiz Tanrı’nın en büyük olduğunu ve her şeyi bildiğini öğretmişlerdi bize. “En büyük Tanrı’dır ve o her şeyi bilir”. Okula giden büyüklerimizin bizden çok daha bilgili olmalarına rağmen Tanrı’nın her şeyi bildiği bilgisi bana bu bağı kurduruyordu. Okula giden büyüklerimizin etkisiyle okula karşı bir hayranlığımız oluşmuş ve bir an önce okula gitme hevesimiz ve heyecanımız artmıştı.

1979 yılı sonbaharı, her evden okul çağına gelen çocuklar okula gitmişti. Biz yaşı tutmayanlar ise köyde kalmıştık. Benimle birlikte altı yaşında olan birkaç arkadaş (ben, Cihangir, Mahsuni ve Cafer) ile birlikte karar aldık: Munzur kıyısında, yani araba yolunda, bizi alacak herhangi bir kamyon ile Ovacık’a gidip Yatılı Bölge Okulu’na kayıt olacaktık. Bu kararı aldıktan bir gün sonra, anne ve babalarımıza haber vermeden Munzur suyunun kıyısına inip asma köprüsünden karşıya geçerek beklemeye başladık. Köprünün sol tarafından 100–150 metre mesafede Turabi İnce Kahvehane ve Bakkaliyesi vardı. Gelen minibüs, otobüs ve kamyonlar bu bakkalda mola verir ve yolcu alırlardı. Bakkal tarafına gitmedik çünkü orada bulunan köylülerimiz bizim okula gitmemizi engelleyebilirlerdi. Biraz bekledikten sonra gelen kamyona el ettik ve okula gitmek istediğimizi kamyoncuya söyledik. Kamyoncu da bizi kamyonuna aldı. Tarif edilmesi zor bir sevinç ve heyecan içerisindeydik. Bize çok uzun gibi gelen bu heyecan sadece 100–150 metre sürdü. Çünkü, korna sesini duyduğu gibi kahvehaneden yola fırlayan köylülerimiz her zamanki gibi kahvehaneden dışarı çıkmış ve komşularımızdan Hıdır Eroğlu’nın (Babu) oğlu Cebrail kamyoncuyla konuşup bizi arabadan indirmişti. Büyük bir hüzün ve kızgınlık ile köye dönmek zorunda kalmış okula başlama heyecanımızı da mecburen bir yıl ertelemiştik.

12 Eylül 1980 darbesinden yaklaşık bir ay sonra, tam yedi yaşımıza bastığımızda, ben, Cihangir, Mahsuni ve Cafer nihayet okula kaydedilmiştik. Okuldaki her şeyi büyük bir zevkle inceliyorduk. İlk defa beton bir yapı görmüştük. Üstelik daha sonraki yıllarda sac ile çivi arasında bulunan ve düğme görünümünde olan kurşunları söküp alacağımız çatısı da vardı. Her şey çok güzeldi, mutluydum. Yemekhaneden çıkarken üst kattaki sınıfıma giden basamakları sevinçle koşar adım çıkıyordum. O ilk hafta, akşam yemeğimi yedikten sonra basamakları koşarak çıkıp sınıfıma gittiğim bir akşam peşimden okul müdür yardımcısı Hüseyin Geyik elinde sopa ile içeri girdi. ‘’ Neden basamakları koşarak çıktın? Aç elini!’’ dedi. Elindeki sopa ile avucumun içine sertçe vurdu. Buna çok şaşırdım ve ilk hayal kırıklığımı o zaman yaşadım. Her şeyi öğrenmeye, bilgilenmeye geldiğim ve Tanrısal değer biçtiğim kurumda anlam veremediğim bir ceza ile karşılaştım.

O ay içerisinde 1-A sınıfının sınıf öğretmeni (benim sınıfım) Cemal Yılmaz (hemşehrim) sıra numarası ile bizleri çağırıp deftere imza attırıyordu.

- 111 Ahmet Çimen! ( okula başlamadan önce büyüklerimizden ‘’buradayım’’ demem gerektiğini öğrenmiştim)

- ‘’Buradayım’’ dedim.

- “Gel bakalım” dedi.

Öğretmenimin dediğini yaptım. Masanın üzerinden numara ve isimlerimizin olduğu, imza kısmının da kareli olduğu bir defter duruyordu. Öğretmen, parmağıyla gösterdiği yere imza atmamı istedi. Ben de yanlış yere imza atınca bir tokat yedim. Sonra, parmağıyla imza atılması gereken yeri tekrar gösterdi. Bu sefer farklı bir yeri gösteriyordu. Yine yanlış yere imza atmıştım. Aynı yanağıma şiddetli bir tokat daha yedim. Neyse ki, doğru yere imza atmayı başarmıştım ama yaşadıklarımı yüreğimden ve hafızamdan hala silebilmiş değilim. Sonraki yıllarda da buna benzer anlamsız ve gereksiz nedenlerden dolayı birçok kez dayak yedim.

Yedi yaşında bir çocuk… Okula atfettiği Tanrısal bir değer… Sonunda ne mi oldu? Okula olan sevgimi yitirdim. Atfettiğim değeri de kaybettim. Özgüvenimi yitirdim. Okul benim için korku ile özdeş bir kavrama dönüştü. Bende yaratılan bu özgüven eksikliği birçok defa yoluma engel olarak çıktı.

Mesleğine ilk adımı bu yıl atacak olan sevgili ve saygıdeğer meslektaşlarım; biliyorum siz genç arkadaşlarım şiddete dayalı bir eğitime karşısınız. Bu sevindirici. Ama unutmayalım ki öğrencilerin biz öğretmenlere ve okula atfettiği yücelik duygusu sadece bu şekilde zedelenmez. Sahip oldukları özgüven yalnız bu şekilde kaybedilmez. Lütfen! Her birey eşsiz ve değerlidir. Bütün kalbimle sevgi saygı ve başarılar diliyorum.


Ahmet Çimen Kimdir?

Van İpekyolu Anadolu Lisesi’nde Tarih Öğretmeni olarak görev yapan Çimen, Öğretmen Ağı Değişim Elçilerinden biridir.


Ahmet Çimen’in yazısını dinlemek için:

Seslendiren Yakup Yıldırım’a teşekkürler!