Pt, 01/27/2025 - 16:33 tarihinde melisa.soran@b… tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

“Maarife ve Eğitimdeki Krize Arendt ile Bakmak” | SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları V

Fatmagül Berktay* ile buluşma üzerine

Yazar: Melisa Soran, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Merkezi (SEÇBİR)

SEÇBİR ve Öğretmen Ağı olarak günümüz sorunlarını ve bu sorunların eğitime olan yansımalarını disiplinlerarası bir bakış açısı ile ele aldığımız Akademi Buluşmaları’nın bu yılki ikinci buluşmasında 7 Kasım Perşembe günü Fatmagül Berktay ile bir araya geldik. Arendt’in ışığında eğitimdeki kriz, düşünme etiği, eleştirel düşünme, etik kişilik, dünyaya karşı sorumluluk, politik dostluk gibi kavramları tartışmaya açtık.

20. yüzyılın en önemli politika teorisyenlerinden sayılan Hannah Arendt ile birlikte düşünmeyi “kutuplaşmış, yarılmış toplumlara karşı bir panzehir” olarak tanımlıyor, Fatmagül Hoca. 20. yüzyılın en karanlık çağlarını yaşamış bu düşünürün bugün yaşadığımız karanlığa da ışık tutan düşünceleri, düşünme yöntemi olduğunu söylüyor. Düşünme Etiği (Metis, 2021) ve Dünyayı Bugünde Sevmek: Hannah Arendt’in Politika Anlayışı (Metis, 2022) başlıklı ufuk açıcı kitaplarından hareketle, bu buluşmada bizleri de Arendt ile birlikte düşünmeye, içinde yaşadığımız yeryüzünü daha iyi bir yer haline getirmek için “düşünen eylem”ler gerçekleştirmeye ve sorumluluk almaya davet ediyor.

Fatmagül Hoca, sözlerine “Bugün de çoklu krizlerle karşı karşıyayız. Otoritesini yitirmiş bir geçmiş var, gelecek de belirsiz. Ne yapacağımızı bilmiyoruz” diyerek başlıyor. Kriz dönemleri; meseleleri yeniden düşünmek, doğru çözümleri tartışmak ve ortak bir anlayışa ulaşmak için olanak sağlayabilir. Ancak Arendt eğer bu krize donmuş önyargılarla karşılık verirsek krizin felakete dönüşebileceğini ve krizin daha da keskinleşmesiyle gerçekleri görmemizin, olguları tespit edip oradan hareketle tartışmamızın mümkün olamayacağını anlatıyor. Yeni olan şeylerin yıkıcı olduğunu ve tehdit olarak algılanabildiğini, herkesin yaptığını yapmanın rahatlığına kapılmamanın zor olduğunu anlayabiliriz. Arendt bu gündelik sıradanlığın kriz dönemlerinde felakete; sıradanlığın kötülüğüne dönüştüğünü hatırlatıyor.

Maarif Modeli’nin yaşadığımız kriz dönemine çözüm sunamayacağını vurguluyor, Fatmagül Hoca. Geçmişle hesaplaşmadan; yeni çözümler aramak yerine gözünü muhayyel bir geçmişe, var olmayan, icat edilen bir geleneğe çeviren bu maarif anlayışını çoğunluğun ahlakını herkesin benimsemesini öngören; bilimsel şüphecilikten, sorgulamadan, eleştirel düşünmeden ödü patlayan bir anlayış olarak açıklıyor. Bu anlayışın kendi aklıyla düşünen, herkesin yaptığını yapmak zorunda hissetmeyen, başkaldırabilen özerk bireyi yok ettiğini söylüyor.

Hepimizin bildiği “Cogito ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) sözünün esasında “Dubito ergo, cogito ergo sum” (Şüphe ediyorum, öyleyse düşünüyorum, öyleyse varım) olduğunu hatırlatarak; şüpheciliğe, sorgulamaya yer bırakmayan, düşünmeyi kesen her türlü mutlak hakikat iddiasının ideolojik bir düşünme tarzı olduğunu, totaliter bir anlayıştan beslendiğini belirtiyor ve şu noktalara işaret ediyor: Başlangıç önermesini kabul ettiğinizde, her şeyi ona uydurmaya çalışır, hayatı, olguları, deneyimi dışarıda bırakırsınız. Oradan devam ettiğinizde düşünme olmaz, özgün olan hiçbir şeye de ulaşamazsınız. Bu yüzden  Arendt üniversiteleri hakikatın söylenebileceği, daha da önemlisi hiçbir hakikatin yanlışlanamaz olmadığının öğretildiği yerler olarak tanımlar. Bugün ve her zaman özgürlük adacıkları, sorgulama adacıkları olmalı ki bütün toplumda ‘Olgular nedir? Hakikat nedir?’ gibi sorular tartışılabilsin ve ortak ölçütler ortaya konabilsin.

Arendt’e göre etik kişilik; soru soran, sorgulayan ama sorgulamasının sonunda düşünme çabasına giren bir kişi. Düşünmek zihinsel arazi temizliği yapmaya yani donmuş önyargıları, alışılmış kalıpları yıkmaya hizmet ederken; yeni olanı, olguları değerlendirmemiz ve doğru bir yargıya varmamızın da yolunu açıyor. Ama aynı zamanda etik kişi, düşünerek keşfettiği doğrular için kendi yargılarını başkalarının yargılarıyla uyumlulaştırmaya çalışarak eyleme geçen kişidir. Eylem olmadan gerçek anlamda bir etik kişilik mümkün değildir.

Burada vicdani sorumlulukla politik sorumluluğu da birbirinden ayırmak gerekiyor. Yalnızca kendi ‘ben’imiz için, vicdanımızı rahatlatmak için yaptığımız eylemler politik eylem olmuyor. Eylemlerimizi politik alana taşımaktan ve dünyanın değişmesine gerçek anlamda hizmet etmesinden de sorumluyuz. Politika da zaten kamusal alanda daha iyi bir dünya yaratmak için hepimizi ilgilendiren konulara, kararlara katılmayı içerir. Fatmagül Hoca, otokratik rejimlerin tam da bu yüzden kamusal alanı daraltmaya çalıştıklarına işaret ederken, günümüzdeki egemen politika anlayışının özgürlük için, haklar için, adalet için yapılan eylemler olmadığını, bu anlamda anti-politika olduğunu not düşüyor. 

Neo-liberal zihniyet başkaları için bir şey yapmayı küçümseyen,  başarılı olmak için her yolu mübah gören  bir zihniyet olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla yalan söylemek, dün söylediğini bugün yalanlamak da meşrulaşıyor, esen rüzgâra göre bir ahlak evreninden başka bir ahlak evrenine rahatça geçebilen ‘ahlaki bukalemunlar’ çoğalıyor. Yalanların yaygınlaşması o yalanlara inanmanın aksine hiçbir şeye inanmamayı getiriyor. Ne doğru ne yanlış, o konudaki ölçülerimizi kaybetmemize neden oluyor; bunun sonucunda birbirimize duyduğumuz güveni, dünyaya duyduğumuz güveni kaybediyoruz.

“Oysa ki güven, ilişkisellik, karşılıklılık ortak dünyayı kuran unsurlardır” diyor Fatmagül Hoca. “Çatışma da var insanlar ve gruplar arasında tabii ki. Asıl olan bu çatışmaların nasıl çözülebileceği üzerinde uzlaşabilmek ve bunları barışçıl bir şekilde çözebilmenin yolunu açmak” diye ekliyor. Nazım Hikmet’in dizelerinden (Dostlar ki bir kere bile selamlaşmadık; ama aynı ekmek, aynı hürriyet için ölebiliriz) hareketle hiç birbirini tanımayan insanların, aynı adalet olgusu için uğraşmasını ve bunu politik alana taşıyabilmesini ‘politik bir dostluk’ olarak tanımlıyor. Feministlerin de herhangi bir kadına yapılan saldırıya politik bir alanda cevap vererek, yani o kimliği politikleştirerek ortak bir mücadele alanı açtıklarını anlatıyor. Dayanışmanın verili bir şey değil, ulaşılan bir şey olduğuna işaret ediyor. Kimliklere kesişimsel bir perspektifle bakmanın gerekliliğini vurguluyarak, tek bir kimliğin içerisine hapsolarak yaşamaktan ve mücadele etmekten politik de bir sonuç çıkamayacağını not düşüyor. 

Arendt’e göre eğitim, bu dünyada birlikte yaşamayı öğrenmek. Hiç selamlaşmamış olsak bile, hep birlikte bu dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek ve başkalıkla, ötekilikle farklılıkla yaşamayı öğrenmek.

Bunun için Fatmagül Hoca; hepimize sınıfta, birlikte olduğumuz her yerde tartışmayı, sorgulamayı canlandırmayı ve merak duygusunu uyandırmayı öneriyor. Kendi varlığımızla da örnek olmamız gerektiğini hatırlatıyor. Öyleyse, bulunduğumuz her yerde kendimiz de örnek olarak kimseye kendi kanaatlerimizi öğretmeye değil, öğrenmeyi öğretmeye çalışmalıyız ki hakikatin söylenebildiği özgürlük alanları açabilelim. 

SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları, akademide yürütülen çalışmaların ve üretilen bilgilerin öğretmenler başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesle, öğretmenlerdeki deneyimin ise akademiyle paylaşılmasını amaçlamaktadır. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin farklı branşlardan eğitimcilerle bir araya gelmesiyle günümüzün sorunlarına disiplinlerarası bir bakış geliştirmeyi de hedeflemektedir. Çevrimiçi ortamda gerçekleşecek buluşma serisi öğretmenler, akademisyenler, sivil toplum çalışanları ve gönüllüleri başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesin katılımına açıktır.

*Prof. Dr., Siyaset Bilimci