Ula’ya Tohum Ekmeye Gidivedik
Ula İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün AR-GE biriminde görev yapan Kadriye Öğretmen’den aldığımız davet üzerine, seminer döneminin son iki günü için (21–22 Haziran) Öğretmen Ağı’ndan 5 kişilik bir ekiple birlikte Ula yollarına düştük. Ula’ya gidiş amacımız; Öğretmen Ağı’nı tanıtmak, Ağ’ın içeriklerini ve çıktılarını paylaşmak, daha da önemlisi, Ula’da sürdürülebilir bir ağın temellerini atmaktı. Bunun için en uygun zaman diliminin seminer dönemleri olduğunu zaten öteden beri konuşur dururduk arkadaşlarla, davet gelince de hemen çıktık yola. Orada neler yaşadığımızı anlatacağım birazdan, ama öncesinde ‘seminer’ demişken, daha anlaşılır olması için, biraz eşeleyelim bu kavramı.
Seminer, Latince seminarium sözcüğünden gelir. Anlamı; tohum yatağı, tohum ekilen yerdir. Biz öğretmenler de haziran ve eylül aylarında, ortalama ikişer hafta olmak üzere, seminer adı altında mesleki çalışmalar yapıyoruz okullarımızda. Tam da sözcüğün gerçek anlamıyla, yıl içinde öğrenme ortamlarında görmeyi umduğumuz gelişmeler için seminer dönemleri, tohumları ekebileceğimiz bir döneme karşılık gelse de, bu dönemin gerekliliği zaman zaman tartışma konusu oluyor. Konuyla ilgili yapılan araştırmalar da, öğretmenlerin büyük bir çoğunluğunun, seminer dönemlerini angarya olarak gördüklerini ve yılda en az bir aya denk gelen bu sürecin oldukça verimsiz geçtiğini düşündüklerini ortaya koyuyor. Bu verimsizliğin temel nedenleri olarak da; seminer dönemlerinin öğretmen ihtiyaçlarını dikkate almadan, tepeden inmeci bir anlayışla planlanması, etkileşimin ve uygulama alanının olmadığı, etkisi düşük yol ve yöntemler ile yürütülmeye çalışılması olarak gösteriliyor. Aslında seminer dönemleri geçmiş eğitim-öğretim yılının değerlendirilmesi ve yeni eğitim-öğretim yılına hazırlık yapılabilmesi için önemli bir fırsat olsa da bu dönemin verimli geçmesi, ancak ve ancak, öğretmenlerin ihtiyaçları doğrultusunda, birbirlerinin deneyimlerinden yararlanmalarına imkan verecek, birlikte üretebilecekleri ve ürettiklerini paylaşabilecekleri ortamların oluşturulmasına bağlıdır.
İşte tam da bu nedenle, bizim için Öğretmen Ağı’nı değerli kılan unsurların başında; birlikte üretme, paylaşma ve sorunlara birlikte çözüm arama kültürüne sahip olması geliyor. Öğretmen Ağı’nda bir araya gelişlerimizde; bir yandan birlikte üretmek için bilgi ve deneyimlerimizi paylaştığımız ortamlar oluştururken bir yandan da paylaşmak için ürettiğimiz bereketli bir döngü içerisine girebiliyoruz. Yani bir anlamda üretmek için paylaşıyor, paylaşmak için de üretiyoruz. Ağ içinde ürettiklerimizi paylaşmak için, iyi bir fırsat olarak gördüğümüz Ula davetinde de, Öğretmen Ağı’nın iki programını; “Yaratıcı Problem Çözme” ve “Düşünme Becerileri” programlarını, kısaca tanıtmak ve bu iki program dahilinde ürettiğimiz çıktıları paylaşmaktı amacımız. Bizim için de farklı bir deneyim olan bu buluşmaya hem heyecan hem kaygıyla gittik. Bir taraftan seminer döneminin son iki günü olması, bir taraftan da Pazar günü yapılacak olan seçimle ilgili görevi olan öğretmenlerin bizimle birlikte olamayacakları gerçeği, “Acaba birlikte çalışabileceğimiz öğretmenler bulabilecek miyiz?” sorusunu da beraberinde getirdi. Neyse ki okula varıp da oldukça kalabalık bir öğretmen grubunu karşımızda görünce, bu kaygımızın yersiz olduğunu görerek müthiş keyiflendik. Bu keyifle başladığımız buluşma, yine aynı keyifle devam etti. Karşımızda istekli, birikimli, paylaşmanın değerini bilen, yaratıcı ve dinamik bir öğretmen grubuyla, dolu dolu iki keyifli gün geçirdik. Bu kadar kısa süre içinde kaynaşıp aslında oldukça uzun soluklu olan iki programı ve bu programların çıktılarının bir kısmını paylaşabilmiş olmamız da, birlikte olduğumuz öğretmen grubunun yapısına dair fikir veriyor olsa gerek.
Seminer sözcüğünün anlamına denk düşen bir şekilde Ula’da “tohum ekebildik” mi bilmiyorum, ama neredeyse bir milyon kişilik bir öğretmen topluluğunu mesleki yalnızlık duygusundan kurtaracak yegane şeyin paylaşmak ve birlikte üretmek olduğunu, bu deneyimle bir kez daha görmüş olduk. Bizim için oldukça yeni ve farklı olan bu deneyimin ardından mutlu ve umutlu ayrıldık Muğla’dan. Her ne kadar Pandora’nın Kutusu (aslında kutu değil, toprak bir kavanoz) açılıp da bütün kötülükler dünyaya saçıldığında, kutuda kalan ‘umut’ için Nietzsche; “İnsanı boş bir beklenti içine sokarak çekilen eziyeti uzattığından, en büyük kötülüktür.” dese de; biz umudu besleyecek, büyütecek çabalar içine girdikçe nihayetinde umut edilene ulaşmamamız için hiçbir nedenin olmadığı görürüz belki. Umutla…
Yazar Rabia Cerf Hakkında: 14 Mart 1979’da Adana’da doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra eğitimine ara verip, 14 yaşında da bir şirkette çalışmaya başladı. Yaklaşık 10 yıl söz konusu şirketin farklı birimlerinde çalışırken bu arada da ortaokulu ve liseyi yaygın eğitim aracılığı ile bitirerek 2002’de üniversite sınavlarına girdi. 2006’da Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliğinden mezun olup, aynı yıl İzmir’de göreve başladı. 7 yıl İzmir’de görev yaptıktan sonra İstanbul’a tayin yoluyla gelip, 1 yıl Ataşehir’ deki bir devlet okulunda çalıştıktan sonra Ortaköy Özel Tarkmanças Ermeni Ortaokulu’nda göreve başladı. Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Araştırma Merkezi’nde (SEÇBİR) 3 dönem ayrımcılık çalışmalarına katılan Cerf, Dokuz Eylül Üniversitesi Karşılaştırmalı Tarih alanında Yüksek Lisans eğitimine devam etmektedir.