Doğayla Oyun Arkadaşlığı
Kimliğimin, kişiliğimin üniversiteye kadar Antakya’da, Amanos dağlarının yamacında, Asi nehrinin kollarında, Antakya’da geliştiğini paylaşacak olursam, 20 yıldır doğayla ilgili çalışmalar yaptığımı belirtmem şaşırtıcı olmayacaktır. Özellikle okullarda uygulanan çok sayıda program geliştirdim. Bunlar, Türkiye’nin dört bir köşesinde onbinlerce çocukla buluştu. Güzel de oldu. Bununla birlikte, bir eksiklik hissi yakamı bir türlü bırakmadı. Bu hissi anlamlandırmak için evime döndüm, yani kendime, içime.
Beni Sibirya kazı görmek için Kırklareli’ne, ters lale görmek için Hakkari’ye, dünyada sadece tek bir krater gölünde yaşayan kurbağa türünü görmek için Niğde’ye koşturan neydi? Sanmayın sadece zor bulunur, nadir türlere yanık olduğumu. En çok kentin tam ortasında, bulduğu her boşluğu dolduran otları, çiçekleri, bu çiçeklere gelen böcekleri izlemeyi seviyorum. Buralarda hiç ama hiç sıkılmadan saatlerimi geçirebilirim. Pekala, beni doğaya bu kadar tutkuyla bağlayan neydi? Sorumun yanıtını bulursam, yanıtı başkalarında da görürsem “Doğayla bağ anlatarak değil ‘bulmaya çalıştığım yanıtı’ uygulayarak güçlenebilir” diyebilir miydim?
Bütün bunları düşünedurduğum sıralarda, doğadan uzaklaşmanın Doğa Yoksunluğu Sendromu’na yol açtığını iddia eden Richard Louv’un paylaştığı “Çocukluk ve Çevre” başlıklı bir anket posta kutuma düştü. Kendimi ilk ne zaman çevreci olarak adlandırdığım sorusuyla başladı anket. Yanıt kolay; tabii ki babamla izlediğim Kaptan Cousteau belgeselleriyle başladı! Yaş: 12–13. Dünya denizlerinin güzelliklerini ve karşılaştığı sorunlarını onunla öğrendim. Calypso’da miço olmak istedim!
İkinci soru, bir yetişkin olarak çevreciliğimle bağdaştırdığım çocukluğumdan gelen bir yer var mıydı? Bir mi? Birkaç yer vardı! Amanos dağları, Asi nehri, Arsuz’un denizi, Harbiye’nin şelalesi… Bu yerlerden hatırladığım beş fiziksel nesne/varlık: dereler, sarı papatyalar, uğur böcekleri, hambelesler/meyveler, ardıç-zeytin ağaçları. Bu yer(ler) kendimi çevreci olarak tanımlamamı nasıl etkiledi? Mutlu ve özgür hissetmemi sağlayarak. Bu yerlerde tek başıma mı yoksa birileriyle miydim? Tabii ki benim gibi bir sürü çocuklaydım! Dağlarda ve sokaklarda tam anlamıyla özgürdük! Kendi başımızaydık. İstediğimiz gibi oyunlar oynuyorduk.
EVREKA! Sorumun yanıtını bulmuştum. Mutluydum, özgürdüm ve dağda/nehirde sabahtan akşama kadar oyun oynuyordum. Üstelik oyun arkadaşlarım sadece mahallenin çocukları da değildi. Üzerine tırmanmadan duramadığım zeytin ve elma ağaçlarıydı, başımıza taç yaptığımız papatyalardı, elimize alıp tekerlemelerle uçurmaya çalıştığımız uğurböcekleriydi. Yanıtı bulduğumda eş zamanlı olarak fark ettim ki bugün, 42 yaşımda yaptığım da bunun aynısıydı. Doğayı ötede, uzakta bir yerde diye görmeden, her yerin doğa olduğunun farkındalığıyla doğada oyun oynuyor, doğayla oyun arkadaşlığı yapıyordum. Doğanın herhangi bir parçasında kendimi kaybediyordum çünkü (sanırım) tıpkı çocukluğumdaki gibi mutlu, huzurlu ve özgür hissediyordum.
Doğanın herhangi bir parçasında kendini kaybeden bir de kurgu karakterden bahsetmek isterim doğrusu: “Nausicaä”dan. Hayazao Miyazaki’nin “Nausicaä: Rüzgarlı Vadi” animesinin giriş sahnesi en etkilendiğim sahnedir. Doğaya duyulan merak, ilgi ve saygı bana göre bu sahneden daha yalın ve güzel anlatılamaz. Sahne, endüstriye dayalı toplumun çöküşü üzerinden bin yıl geçmiş bir dünyada, Rüzgarlı Vadi’nin prensesi Nausicaä’nın toksik ormanın üzerinde planörüyle (mehve) süzülmesiyle açılıyor. Nausicaä mehveyi ormanın kıyısına indiriyor ve ağzında maskesiyle içeri giriyor. Yol üzerinde gördüğü ışık yayan bir bitkiden spor alıyor. Ormanda ilerlemeye devam eden Nausicaä Ohmu’nun (dev bir böcek) izlerini fark ediyor. İzlerin taze olduğunu anlayınca takip etmeye başlıyor. Sonunda karşısına muazzam büyüklükte bir Ohmu kabuğu. İşte bu anda “Harikulade” diyor, Nausicaä. “Harikulade” olanı yalın ve güçlü bir şekilde hissettiriyor sahne. “Ohmu’nun dış iskeleti… Harikulade! Ne mükemmel bir kabuk”. Nausicaä, heyecanla kabuğa tırmanıyor. Bıçağını çıkarıp kabuğa vuruyor. Ne de sert bir kabuk! Sert kabuktan çıkan sesi mest olmuş bir şekilde dinliyor. Sesi seviyor.
Kabuğun tepesine varınca Ohmu’nun gözlerini görüyor ve çok etkileniyor: “Harikulade bir göz” diyor. Yine mi aynı ifade? Evet, yine “Harika” dedi. Gözü barut marifetiyle çıkarıyor. Oldukça hafif. Tam bu sırada bir mantarın yaymaya başladığı toksik sporlardan göz kabuğunun içine girerek korunuyor. Sporlar için şunları söylüyor: “Ne kadar da güzeller. Toksik olduklarına inanmak çok zor!” Oysa tüm orman toksik. Nausicaä yine de ormanı seviyor, toksik de olsa hayranlık ve saygı duyuyor. Oyunlar oynamaya, keşfetmeye devam ediyor.
Sizlerle paylaştığım farkındalıkla geçmiş 20 yıla baktığımda, doğa eğitimi alanında en etkili çalışmalarımın tam kalbinde “oyun” olduğunu çok daha net görüyorum. Bu nedenle de son iki yıldır doğa eğitimi alanında tek bir çalışma yürütüyorum: oyun oynamak. İki yıl önce başlattığım ve her mevsim başvuruya açtığım “Doğa Arkadaşımın Kutusu” oyunu da bana yolumun hem keyifli hem de evrensel olduğuna işaret ediyor. Doğayla oyun arkadaşlığımızı güçlendirmek hedefiyle yakın çevremden 80 kişiyle başladığımız bu oyunu bugün 6 bini aşkın “oyunsever” takip ediyor. Kanada, ABD, İngiltere, Avustralya, İspanya, Fransa, İsviçre, Almanya’da da oynanmaya başladı. Hangi ülkeden olursa olsun tüm oyuncuların bana ilettikleri ortak bir geri bildirim var: “Oyunu oynarken doğayla/ çocuklarımızla/ eşlerimizle/ dostlarımızla/ kendimizle geçirdiğimiz zamanın niteliği şaşırtıcı ölçüde iyileşti.” Ben hiç şaşırmıyorum.
Yazımın en başında sorduğum sorumun yanıtını sadece kendimde bulmakla kalmayıp binlerce insanda da görünce gönül rahatlığıyla diyebiliyorum ki “Doğayla bağ; anlatarak değil, oyunla güçlenebilir.”
Yazar Burcu Meltem Arık hakkında:
Çocukluk hayali ODTÜ’den, endüstriyel kimya alanına yoğunlaşarak mezun oldu. Üniversitede kuş gözlemcisi oldu, Türkiye’yi köşe bucak gezdi, okullarda anlatılmayan Anadolu doğası ve kültürü ile tanıştı. Öğrenciyken başlayan ve çevre/doğa eğitiminden sürdürülebilirlik eğitimine evrilen sivil toplumu deneyimledi. Sürdürülebilirlik için eğitim perspektifinde beden-zihin, doğa-kültür, insan-insan olmayan, öğretmen-öğrenci, okul-ev benzeri ikiliklerin büküldüğü çatlakları araştırıyor. IUCN Eğitim ve İletişim Komisyonu üyesi, Avrupa Konseyi Gençler için Sürdürülebilirlik ve Akdeniz-Mozaik kitaplarının ortak yazarı, Doğa Oyunları Evi kurucu ortağı. 2017 itibariyle ERG’ye, Eğitim Gözlemevi Koordinatörü‘lüğü yapmakta.