Oyuna Yer Açmak
Yazar: Miray İşler
Kadim bir geçmişe dayanan oyun, insanlığın varoluşundan bu yana süregelen belki de en gizemli kavramlardandır. Tarihsel süreç boyunca çocukları, yetişkinleri ve hayvanları içine alan oyun, eğlenceden yarışmaya pek çok aktivitenin kesişiminde yer almıştır. Türkçe’de “oyun/oyna|mak” sözcüğünün Eski Türkçe oyna- “oyun oynamak, hoşça vakit geçirmek, oyalanmak” fiilinden evrildiği gözlenir.(1) Avrupa coğrafyasında “game” sözcüğü -kökeni 1200’lü yıllara dayanmakla birlikte- eğlenme anlamını içeren benzer kavramlarda karşılık bulur.(2) Antik Yunan’dan Kızılderili dillerine uzanan geniş bir kültür coğrafyasında farklı oyun türleri var olmuş ve yine aynı anlamlarda çeşitli sözcüklerde karşılık bulmuştur.
Uzun yıllardır birçok tartışma ve araştırmanın odağı olan oyun, modernleşme sonrası kaygısız olma haliyle özdeşleşir ve boş zaman etkinliği olarak tanımlanan bir olgu haline gelir. 19. yüzyılda çocukların oyun haklarını savunan “özgürlükçü görüş” ve çocukların oyun haklarını reddeden “yasaklayıcı görüş” öne çıkar. 19. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte yenilikçi bir anlayışa kavuşan oyun, ilk kez bilimsel bakış açısıyla ele alınır.
Farklı coğrafyalarda ortak düzlemde buluşan oyun; günlük yaşam pratikleri, medeniyet ve kültürle derin ve sıkı bir ilişki içindedir. Huizinga, oyunu başlıca toplumsal kurum olarak ele alır ve oyunun varlığını kültürün varlığı ve değişimine paralel olarak tanımlar. Oynayan insan (homo ludens) kavramını toplumsal yapının merkezine koyarak, tüm uygarlıkları oyun temelinde şekillendirir.(3) Modern çocukluk sosyolojisinde ise çocuk “sosyal bir gerçekliktir” ve çocukluk, “sosyal ve kültürel bir inşadır.”(4)
Çocuk, oyun oynayarak yaşadığı toplumun bir parçası olur, kültürüne kabul edilir. Oyunun doğasında istikrarsızlık vardır ve temelinde olan eğlence, tanıdığı özgürlükten gelir. Zira oyunun kuralları yaşamın kuralları gibi katı değil, esnetilebilir özelliktedir. Haliyle oyun, hem günlük yaşam pratikleriyle iç içe hem de kendi özerk alanındadır. Oyunla birlikte anılan oyunbazlık kavramı Türkçe Sözlükte “oynamayı seven, düzenci, hileci” anlamlarıyla karşılık bulur. İlginçtir ki oyunbazlık, oyun oynayanın doğasıyla özdeşleştiğinde, yaratıcı ve inovatif düşünmeyi tetikler. Söylemlerin toplum algısında ve pratikler üzerindeki etkisi düşünüldüğünde, günlük kullanımda hile ile özdeşleşen “oyunbaz” sözcüğünü “oyun kuran, oynamayı seven, yaratıcı, yenilikçi düşünen” anlamlarına kavuşturmak sadece dilbilimcilerle değil kolektif bir bilinçle mümkün olabilir.
Oyun; çocuğun kendini ve çevresini keşfettiği, anlamlandırdığı dinamik bir süreçtir. Oyun temelli öğrenme ortamları, çocuğa duygularını rahatça ifade edebildiği güvenli alanlar sunar. Çocuğun güldüğü, heyecanlandığı, merak ettiği, tahmin yürüttüğü, taklit ettiği eğlenme alanıyla birlikte; sosyal becerilerini geliştirdiği, toplumsal rolleri kavradığı, tutumlarını gözden geçirdiği, motivasyonunu yükselttiği öğretici alanları kapsar. Son yıllarda yetişkin eğitimlerinde de oyun temelli öğrenme alanları oluşturulmakta ve gittikçe bu alanlar genişlemektedir. Öğrenme ortamlarında elbette sınırlılıkları olmakla birlikte, oyunun işlevi göz ardı edilmemelidir.
Günümüzde oyunun işlevi, eğitim bilimlerinin temel meselesi olmakla birlikte, oyunun eğitim ortamlarında hak ettiği yere geldiği söylenemez. Zira ihtiyaç ve hak odaklı görüşlerin yanında eğitsel amaca hizmet eden tarafıyla da halen tartışılan bir konu olmaya devam etmektedir. Bir hak olarak oyun, çocuğun ekonomik ve sosyal haklarından çok daha sonraları ele alınmıştır. Çocuğun duygusal ve fiziksel gelişimine etkileri göz önüne alındığında oyun hakkı, geç kazanılmış bir haktır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen Çocuk Hakları Sözleşmesi, Türkiye de dâhil olmak üzere 193 ülkenin taraf olduğu en fazla onaylanan insan hakları belgesidir. Türkiye’de 27 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe giren bu sözleşmeyle çocuklar, korunmaya muhtaç olan nesne konumundan bireysel hakları olan özne konumuna geçmişlerdir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukları hak sahibi bireyler olarak kabul eder ve çocuğun toplumsal yapıda görünürlüğünü belgelendirir. Evrensel düzeyde destekleyici ve geliştirici politikalar oluşturmak, toplumsal yapının devamlılığında sosyal aktör konumunda olan çocuklar için önemli bir adımdır. Ancak yasal düzenlemeler yanında çocukların mevcut potansiyellerini verimli hale getirecek yaşam alanları oluşturmak, diğer sosyal kurumlarla birlikte eğitimin de temel meselesi olmalıdır. Özellikle az gelişmiş toplumlarda güvenli oyun alanlarının azlığı nedeniyle birçok çocuk, zamanının büyük bir bölümünü kapalı mekânlarda geçirmektedir. Şehirlerde oyun hakkı elinden alınmış çocuklar eğitim ortamlarında da oyundan mahrum bırakıldığında çocuğun gasp edilmiş oyun hakkı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Post modern çağın bilgiye erişimde getirdiği kolaylık, çocukların oyun algısına, alışkanlıklarına ve yaşam tarzlarına yansımaktadır. Bilgi ve teknolojinin yarattığı hızlı ve değişken toplum yapısında, oyunu sadece sokak oyunları olarak görmek kısıtlayıcı bir yaklaşımdır. Dijital oyunlar, çocukların -hatta yetişkinlerin- günlük yaşamının büyük bölümünü kaplamakta, enformasyon ağırlıklı bir dünya sunmaktadır. Haliyle post modern çağın post-truth bir döneme doğru evrildiği günümüz toplumunda, çocuğun iyi olma halinin tüm kurumlarca güvence altına alınması önem kazanmaktadır.
Dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgınıyla birlikte eğitime dair birçok kavram sorgulanmaya açık bir hale gelmiştir. Öğretmen, öğrenci, veli, okul gibi eğitimin bileşenlerini oluşturan kavramlar bir nevi şekil değiştirmiştir. Velinin eğitimdeki rolü oldukça belirginleşmiş, okul algısı kapalı mekân tanımından uzaklaşmıştır. Okulun sosyal ve duygusal öğrenme alanındaki açığı büyük oranda kapattığı gerçeği ne kadar bilinse de bu süreçte derinden hissedilmiştir. Dolayısıyla okul binalarının alternatif öğrenme ortamlarına uygun, olası kriz şartlarına dayanıklı, açık-kapalı alan dengesinin gözetildiği bir yapıda olma gerekliliği(5) öne çıkmıştır. Öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkinin salt bilgi alışverişinden çok daha derin ve duygusal bir bağ olduğu uzaktan eğitim sürecinde deneyimlenerek hissedilmiştir. Tüm bu kavramlar tanımlarını değiştirirken oyun, belki de açığı en çok hissedilen öğrenme aracı olmuştur. Sosyoekonomik koşulları yeterli düzeyde olan çocuklar, dijital oyunlar aracılığıyla bu açığını kapatmaya çalışırken düşük gelir grubuna mensup ailelerin çocukları için bu süreç oldukça zorlayıcı olmuştur. Sokakta geçirdiği zamandan mahrum kalan söz konusu çocuklar oyun ihtiyaçlarını kardeşleriyle gidermeye çalışmışlar, diğer yandan ev içindeki yetişkinlerin sorumluluklarına ortak olmuşlardır. Özellikle dar gelirli ailelerin kız çocuklarında toplumsal cinsiyet rolleri görünür boyutlara ulaşmıştır.(6)
Toplumdaki eşitsizlikleri görünür kılan salgın süreci, çocukların oyuna erişiminde de can sıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Yüz yüze eğitimin yeniden başladığı şu günlerde pek çok eğitimcinin dile getirdiği gibi çocuklarda enerji birikimi ve kontrolsüz davranışlar gözlemlenmektedir. Özellikle oyun ihtiyacını yalnızca sokaklarda giderebilen çocuklarda daha derin yaşanan bu durum, salgın sürecinde çocuğun oyun ihtiyacına yönelik ulusal bazda etkili politikaların geliştirilmediğini düşündürmektedir. Okulların fiziki koşullarının salgın öncesi haliyle devam etmesi, dolayısıyla oyun alanlarının yetersiz olması sahadaki sesleri yükseltmektedir. Olası bir kriz durumunda okulların açık kalması yönünde beklenen somut adımlar, çocuğun iyi olma halini gözeten ve hak temelli bir anlayışla atılmalıdır. Ulusal ve yerel düzeyde politikalar geliştirilmeli ve kültürel farklar dikkate alınmalıdır. Çocuk, her ortam ve koşulda oyun oynayabilme yetisine sahiptir ancak etkili ve verimli bir oyun hakkı için oyun temelli öğrenme alanlarına eşit erişim sağlayabilmelidir. Oyun oynama hakkına yönelik yasal düzenlemeler, yeni bir kriz baş göstermeden tasarlanmalı; cinsiyet, ırk, fiziki durum, sınıfsal aidiyet ayrımı gözetmeksizin tüm çocukları kapsayıcı nitelikte olmalıdır. Eğitimciler, devlet kurumları, sosyal hizmet uzmanları, sivil toplum örgütleri, bilişim teknolojileri uzmanları, şehir planlamacıları, mimarlar, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler hatta oyuncak satıcı firmalar bir araya gelerek ihtiyaç analizi oluşturmalı, etkili ve verimli oyun alanları için ortak stratejiler geliştirmelidirler.
21. yüzyıl, geleneksel eğitim yöntemlerinin terk edilerek oyun temelli öğrenme ortamlarının yaygınlaştırıldığı dönüşüm çağıdır. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de oyunun bir hak ve ihtiyaç olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Okulların fiziksel koşullarıyla birlikte müfredatın da oyunla uyumu ele alınması gereken esas meselelerdir. Salgının çıktıları dikkatlice değerlendirilmeli, nitelikli eğitim ortamları ve çocuğun iyi olma hali adına oyuna daha çok yer açılmalıdır.
Miray İşler Hakkında
1987 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Aynı yıl, Balıkesir’in Bandırma ilçesinde göreve başladı. 15. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nda “Bir Hikayem Var” adlı çalışmasıyla yer aldı. Halen, Şehit Pilot Üsteğmen Cemil Kaya Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmeni olarak görev yapmaktadır.
Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.