O Hakları Yasalarla Belirlenmiş Bir Çocuk
Yazar: Gülay Yeniay Bulut
Birkaç hafta oluyor; çevrimiçi ders sırasında öğrencilerimden biri, “Öğretmenim, bizimle böyle nazik konuşmanızı çok seviyorum.” dedi. Matematik yapıyorduk galiba. Yani sınıf ortamımızı, birbirimize karşı tutum ve davranışlarımızı değerlendirdiğimiz sohbetlerden biri değildi. Gün boyunca aklıma takıldı bu söz. Elbette değerli bir yargıydı. Ama ya yorgun, sabırsız, telaşlı olduğum zamanlar… Ki, son zamanlarda sıkça böyle hissediyorum. Öğrencimin söylediği gibi miyim? İşin gerçeği, bazen emin olamıyorum bundan. Özellikle EYAR’dan kalan, o günlük tutma rutininden sonra…
Aslında çoğumuz, geceleri yastığa başımızı koyduğumuzda günün muhasebesini yaparız, değil mi?: Keşke öyle demeseydim/deseydim, niye öyle davrandım/davranmadım… Ama EYAR rutinlerinden biri olan günlük tutmak bambaşka bir deneyimdi. Her sabah, günün sonunda cevaplayacağım soruları cebime koyarak okula gitmek… Önceleri sınıftaki her meselede, her eylemimde hissediyordum soruların varlığını. Sonraları kapsamı genişledi.
Öğretmenler odasında, koridorlarda, akşam ailece sofraya oturduğumuzda, markette, kısacası günlük yaşantımdaki eylemlerin tamamında cebimdeki soruların varlığını, hayır ağırlığını, hissetmeye başladım. Hem sorumluluk hem de armağandı benim için. Hâlâ da öyle…
Peki, baştan başlayayım. 2019 yılının Kasım ayında, EYAR için başvururken, içerik hakkında pek bir fikrim yoktu açıkçası. Sadece o aralar okuldaki bazı meseleler yüzünden üzgündüm, kafam karışmıştı ve ancak üzerinden bir yıl geçtikten sonra adlandırabiliyorum; odağımdan uzaklaşmıştım. EYAR’ın tanışma çemberinde, “Niçin buradayım?” sorusuna cevabım, “Üzgünüm ve sizlerle olmaya ihtiyacım var.” olmuştu.
Ağ, Öğretmen Ağı yani, her zaman iyi gelir çünkü. Orası benim ait, güvende ve yetkin hissettiğim yer. İşin gerçeği, o vakitler Ağ’ın hangi etkinliği olsa katılacaktım. Fakat şanslıyım ki, EYAR oldu.
Hatta süreç devam ederken, EYAR’ın tam da o sıralarda yaşadığım soruna özel tasarlandığını düşündüm zaman zaman. Ama yine üzerinden bir yıl geçtikten sonra fark ediyorum ki, EYAR yaşamın her alanında uygulanabilecek bir düşünme, eyleme tasarımı.
Neler yaptık EYAR boyunca? Saatlerce konuşup tartıştık, sayfalarca not aldık, farklı disiplinlerden beslendik… Ah, ne kadar değerli farklı disiplinlerle işbirliği yapmak. Sosyolojinin temel kavramlarını öğrenmek, hatırlamak, okuma listeleri oluşturmak…
Şemalar çizdik; bir topluluktaki kırmızı noktacıklar olduk. Her bir bireyin “kendisi” kalarak topluluğun değerli bir parçası olabileceğini, olması gerektiğini bir kez daha hatırladık. Rol dağılımı yaptık; etiketlerimizle oturduk temsili sınıfımızın sıralarında. “Sorunlu” öğrenciler, “İyi niyetli” öğretmenler olduk. O “iyi niyet”lerimizi sorguladık. Zaman zaman kalıp düşüncelerimizle sınırlandırdığımız sevgili “iyi niyet”lerimizi…
Zorlandık, çok zorlandığımız zamanlar oldu. En çok zorlayan da, günlük tutmak oldu sanırım. Bir araya geldiğimiz oturumlarda ortak noktamız buydu. Çünkü bir tür yüzleşmeydi her günün sonunda o iki soruya cevap vermek:
“Bugün kapsayıcı eğitime dair okulda neler yaptınız?”
“Kendinize dair ne/neler fark ettiniz? Hangi olay veya durum bunu fark etmenizi sağladı?”
Ben, her günün sonunda bu soruları yanıtlarken aydım (umarım aymışımdır). Zannettiğim kadar kapsayıcı olmadığımı fark ettim mesela. Bu ayma meselesi çok zorlayıcı, biliyor musunuz? Gecenin bir vakti, elimde kalem ve kâğıtla kalakaldığım zamanlar oldu. Eylemlerime niyetimin mi, daha doğrusu kendimce iyi olarak nitelendirdiğim niyetlerimle mi yoksa öğrencilerimin, velilerin haklarının mı yön verdiğini sorguladığım zamanlar…
İlk zamanlarda bu soruları sınıftaki tutumumla, öğrencilerimle ilişkilendiriyordum. Ne kadar kapsanıyorlardı? Kapsanmış; yani kendilerini ait, yetkin ve güvende hissedebilmeleri için gerekli ortamı sağlayabiliyor muydum? Zaman içinde aynı soruları okuldaki diğer herkesle ilgili sormaya başladım. Kapıdaki güvenlik görevlisi, okul ortamında ne kadar kapsanıyordu mesela? Bizim katın temizliğinden sorumlu görevli, mesai arkadaşlarım, veliler… Ve ben. Ben okulda ne kadar kapsanmış hissediyordum? “Hak temelli yaklaşım”, Ağ’ın temel ilkelerinden biridir. EYAR’da da üzerinde en çok durduğumuz kavramlardan biriydi. Eylemlerimizin temelinde niyetlerimiz mi var, haklar mı?
Günlük tutma rutinleri sırasında, haklarla niyetlerimin arasındaki sınırı net bir şekilde çizemediğimi, tutumlarımın bir kısmını “iyi niyet”imin belirlediğini fark ettim. Bu da acı verici deneyimlerden biriydi. Acı verici, aynı zamanda da güçlendirici. Güçlendirici; çünkü hak temelli yaklaşım, eylemlerinizi sağlam, somut bir zemine oturtmanızı sağlar. Böylece okul ortamında etiketlenmiş, “sorunlu” bellenmiş bir çocuğu savunurken “romantik”, “duygusal” olmakla veya çocuğu “tepenize çıkarmakla” itham edildiğinizde, “Acaba gerçekten öyle miyim?” diye düşünmez, kendinizden şüpheye düştüğünüzde o çocuğun sahip olduğu, onunla temas eden herkesin de teslim etmekle yükümlü olduğu hakları okul panosuna asabilirsiniz.
EYAR sorularının hem sorumluluk hem de armağan olma meselesine gelince; sorumluluk, evet. Çünkü bir kez doğrusunu öğrendikten, kapsayıcılık konusunda o kadar okuyup yazdıktan, hatta şimdi olduğu gibi ahkâm kestikten sonra, başka türlü davranmak mümkün değil. Aynı zamanda armağan da. Çünkü EYAR’dan sonra sanırım kendi haklarım konusunda da daha net sınırlar çizmeye başladım.
Şimdi izninizle, nazik biri olduğumu düşünen öğrencime seslenmek isterim: “Umarım düşündüğün kadar nazik biriyimdir yavrucuğum. Biliyorum; sabırsız, yorgun veya telaşlı hissettiğim zamanlar da oluyor. Ama şunu bilmeni isterim ki; ait, güvende ve yetkin hissetmek hepimizin hakkı. Bu hak, kapsanma hakkı yani; nezaketin, hoşgörünün, anlayışlı olmanın, iyi niyetlerin çok çok ötesinde. Çünkü bu kavramların kapsamı, sınırları, kişiden kişiye değişebilir. Ama haklarımız evrenseldir, kişiye özel değildir, her birimizi kapsar. İşte bu yüzden güzel yavrum; eylerken önce hakları, haklarımızı gözetmeliyiz. Gözetilmesini talep etmeliyiz. Biliyor musun, bazen sizlerden, özellikle herhangi bir şekilde farklı olanlarınızdan bahsederken, ‘Olsun, o da çocuk.’ dendiğinde, ‘O –da oradan kalkacak.’ demeyi çok seviyorum.”
Evet; bu cümle de bana EYAR’dan kalan en değerli ifadelerden biri. Hani hoşgörü, anlayış, empati barındırıyormuş gibi görünen, ama altta bir yerlerde kibir, üsttencilik, gösterilmesi kişiye bağlıymış gibi bir anlam içeren o “DA”. Bazen engelli, bazen mülteci, herhangi bir şekilde farklı olan bir öğrenci için kullanılan, “O da çocuk.” ifadesi… Hayır. “O çocuk,” hakları yasalarla belirlenmiş bir çocuk. O yüzden, o “–da” oradan kalkacak…
Bu yazı ilk olarak Değişim Benimle Başlar: Eylem Araştırmacı Öğretmen Raporu için kaleme alınmış olup; 4 Mayıs 2021 tarihinde aynı başlıklı raporda yayınlanmıştır. Raporu incelemek için tıklayın.
Gülay Yeniay Bulut Hakkında
1965 Çorlu doğumlu olan Gülay Yeniay Bulut, tüm eğitim hayatını İstanbul’da tamamladı. 23 yıldır Sınıf Öğretmenliği yapıyor ve Öğretmen Ağı İstanbul Değişim Elçisi.
Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.