Çar, 11/22/2023 - 14:01 tarihinde halukgoksel tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

Olmak ya da Olmamak, Yaratıcılık #ÜzerineBirŞeyler

Yazar: Neslihan Uras

Günlerdir bu yazıyı yazmaya çalışıyorum. Oturuyorum, kalkıyorum, sıkılıyorum, yapamayacağım diyorum. Nereden açtım ki bunu başıma, yaratıcılık kim ben kim diyorum. Her şeyi hep sona bırakan biriyim de aynı zamanda. Yine öyle yaptım. Ve şu an stresten ölüyorum. Ama neden? Neden kendimize güvenemiyoruz? Başkaları bize güveniyor ama biz kendimize güvenemiyoruz. Bu toplumsal mı? Hem evet hem hayır sanırım. Özgüvenimiz çok kırılarak büyüyoruz. Kendime olan güvenimi yıllar içinde fena olmayan bir noktaya getirdim ama ideal noktada değil (ideal nedir k?). Özellikle belli konular olunca kendimi fazla hırpalıyorum. Yazma, mevzu bahis olunca bu durum iyice artıyor.

Ben elime kalemi ilk defa 33 yaşında aldım. Kendim için, düşündüklerimi yazıya dökmek için. Kim okur ki bunları demeden (yalan, hala diyerek) okumasa da olur, yeni bir alan açıyorum, kendimi buna inandırmaya çalışıyorum. Ve o alanı açtıkça, zaman zaman kendime şaşırıyorum. Geri dönüp okuduğumda “Vay be bu cümleyi ben mi yazdım?” diyorum. Çünkü hala güvenmiyorum kendime, o cümleyi o şekilde kuramayacağımı düşünüyorum. Yaratıcı özgüven. Yaptıkça geliyor galiba. Amerika’yı tekrar keşfetmiyor kimse. Bir Virginia Woolf olmak değil olay. Ama kendinde farklı olanı ortaya koymak. Başkasının bakmadığı yerden bakmak. İşte oradan baktığını fark ettiğin an başlıyor benim için yaratıcılık. En azından bunu daha fazla görüyorum gibi. Ben kendim için uğraşmadıkça kimse benim için uğraşmayacak.

Peki bu noktaya nasıl geldik? Birkaç haftadır bu yazıyı düşünürken aklımda Yaratıcı Özgüven Festivali’nin tanıtımındaki şu cümle vardı: “Yaratıcılık dendiğinde çoğumuzun aklına sadece sanatsal yetenekler geliyor, biliyoruz. Eğer sanatçı ya da mucit değilsek; yaratıcı da değiliz diye düşünüyor, yaratıcılığın şanslı azınlıklara veya mesleklere mahsus bir yetenek olduğuna inanıyoruz.” Uzun yıllar boyunca, özellikle de okulda okuduğumuz dönemlerde yaratıcılığın bizim bir özelliğimiz olmadığını öğrendik. Genel olarak, yaratıcı olmamızı gerektirecek çok az alana sahiptik. Resim ya da müzik derslerinde bile yapmamız gerekenler, izlememiz gereken kurallar vardı. Öğretmenin istediğinin dışına çıkabilmek pek mümkün olmuyordu. Bir de zaten öğretmen sizde bir yetenek görmezse, iyice eziyete dönüşüyordu dersler. Şu anda da benzer bir anı tekrar yaşıyorum. Dışımdan başka bir şey söylesem de içimden “Hayır, hiç de yaratıcı değilsin.” diyor biri hala. Ve bu konuda yalnız olmadığımı biliyorum.

Dışımdan ne söylüyorum peki? Kendimi neye inandırmaya çalışıyorum? Yaratıcılık neydi, sadece bir eser üretmek değildi. Belki bir soruya verilen zekice bir yanıt, beklenmedik bir durum bir karşısında ortaya konan pratik bir çözüm ya da belki de yemek yaparken tarifte olmayan bir malzeme ekleyerek leziz bir tada ulaşma. Buna cidden inanıyorum. Ama ne kadar becerebiliyorum. Şu an hala bu yazıyı yazmak için uğraşıyorsam biraz ümit var.

Peki kendimizi nasıl motive etmemiz lazım? Öncelikle tek bir doğru yok, onu fark etmemiz lazım. Tek bir yön yok. Okulda belki ilk öğrenmemiz gereken şey bu olmalıydı. O kapı ne kadar erken açılırsa önümüzde, belki yetişkinliğimizdeki tekdüzeliği de o kadar erken kırabiliriz. Büyüdükçe daha zor oluyor çünkü. Çocuklardaki o muhteşem hayal gücü aslında köreliyor bu tekçilik karşında ve büyüdüğümüzde geriye pek bir şey kalmıyor o hayallerden. Ben bunu yapabiliyor muyum? Bilmiyorum. Şu an yaşadığım karın ağrısına bakarsak pek yapamıyorum. Ama çabalıyorum, ilham almak için uğraşıyorum. Etrafım harika insanlarla dolu. Hayali olan müziği yapmak için her türlü riski alan harika bir kadın var mesela. Sonra, korksa da sıfırdan başlayabilecek gücü kendinde bulup bunun için harekete geçen diğer bir harika kadın var. Bana benden daha fazla güvenen, hayatımda tanıdığım en zeki insanlardan olan bir başkası daha var. Bunlar birkaç örnek. Daha bir dolu olağanüstü insan var. Sadece arkadaşlarım değil, bulundukları her alanda mücadele eden, mücadele ederken hiç beklemediğimiz yaratıcılıklar gösteren öğrenciler, kadınlar, LGBTİ+’lar var. Hepsi ilham kaynağım. “Ben de buradayım.” demem için bir neden aslında. Hayatımızın boktan gittiği bu dönemde bize kapılar açacak insanlara, anlara, belki de şeylere ihtiyacımız var. Yaratıcılığın sadece yeni bir şey keşfetmek olmadığını fark etmek, hayatımızın yaşadığımız şeklinin de yaratıcılığımızın bir süreci olduğu fark edebilmek. İhtiyacımız bu.

Çocukken çoğumuz sıradan olarak tanımlandık. Ve kaçımızın aslında sıradan olmayan tarafları yıllar içinde törpülendi. Neye göre sıradandık ya da değildik? Tekrar başa dönelim mi? Yaratıcılık neydi? Kimdi yaratıcı olan? Aslında hepimiz. Bir zamanlar ve her zaman. Ben bu yazıyı ne kadar yazamadıysam, o kadar yazdım aslında. Kimseye çok bir şey ifade etmese de bana güç veriyor. Kendimde olmadığını ısrarla düşünmeye devam ettiğim bir şeye dair diğer bir tarafımın verdi savaş bu bu yazı.

Yapabiliriz. Bizi köreltmeye çalışan bir sürü iç ve dış etkene karşı ayakta kalmaya devam edebiliriz. Mücadeleye devam. Yaratıcılık üzerine bir şeyler düşünürken bunlar aktı gitti beynimden. Kendime daha fazla güvenerek ayrılıyorum bu sayfadan.


Neslihan Uras Hakkında

Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2012 yılında mezun oldu. Uzun yıllar çeşitli hak temelli sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olarak çalıştı. Toplumsal cinsiyet eşitliği, Türkiye’nin demokratikleşmesi gibi konularda yürütülmüş birçok saha çalışmasında yer aldı. Denge ve Denetleme Ağı’nda mecliste.org platformunun koordinatörü olarak çalıştı. İletişim alanındaki çalışmalarını hem gönüllü hem de profesyonel olarak devam ettiriyor. Ayrıca #ÜzerineBirŞeyler adlı dijital seride okuduğu, izlediği, tartışmak istediği konular hakkında yazılar yazıyor.


Öğretmen Ağı; öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağıdır. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.